Salgınla mücadelede örgütlü iş yaşamı
ILO’nun Ocak ayında yayınladığı COVID-19 ve Çalışma Yaşamı Gözlem raporu çarpıcı veriler ortaya koyuyor. Rapora göre, 2020 yılında tüm dünyada çalışma saatleri 2019’un son çeyreğine göre yüzde 8.8 azalırken, 114 milyon istihdam kaybı yaşandı. Bu süreçte, işçi-işveren sendikaları ve işçi-işveren-devlet arasında sosyal diyalog ve sendikalaşma oranındaki artış ise dikkat çekici. Konuyla ilgili TİSK Başkanı Özgür Burak Akkol, ILO Türkiye Direktörü Numan Özcan ve Uluslararası İşverenler Örgütü (IOE) Başkanı Erol Kiresepi ile konuştuk.
COVID-19 salgını hem ekonomik, hem sağlık alanında küresel bir krize neden oldu. Salgının başladığı günden bu yana 130 milyondan fazla kişi virüse yakalandı ve virüs, 2.8 milyonun üzerinde ölüme neden oldu. Kısa sürede hem iş dünyasını hem de küresel ekonomiyi olumsuz yönde etkileyen salgınla tüm dünya arz, talep ve finansal şoku aynı anda yaşamaya başladı. Pandemiyle küresel tedarik zincirlerinin işleyişi bozuldu, işletmeler olumsuz yönde etkilendi ve milyonlarca insan işlerini kaybetme tehlikesi ile karşı karşıya kaldı. Dünyanın neredeyse tamamını etkisi altına alan salgınla mücadele kapsamında hükümetler, virüsün yayılmasını engellemek için birçok kısıtlamaya gitti. Bunların yanında toplum sağlığını, üretimi, işletmeleri ve istihdamı korumak için de pek çok önlem ve teşvik paketi sundular.
İşyeri kapanmaları ve işgücü gelir kaybı
Uluslararası Çalışma Örgütü’nün (ILO) COVID-19 ve iş dünyası hakkında yayınladığı ocak ayı raporuna göre, 2021 yılı başlangıcıyla iş yeri kapanmaları gibi salgın kısıtlamalarının bulunduğu ülkelerdeki çalışanlar, tüm çalışanların yüzde 93’ünü oluşturuyor.
Kısıtlamalar ve işyeri kapanmaları sonucunda çalışma saatlerinde büyük kayıplar yaşandı. 2020 yılında küresel çalışma saatleri, 2019 yılının dördüncü çeyreğine göre yüzde 8.8 azaldı. Bu azalma, 255 milyon tam zamanlı işe (haftalık 48 saat çalışma saati) eş değer.
Çalışma saatlerindeki kayıp, özellikle Latin Amerika, Güney Avrupa ve Güney Asya’da yüksek seviyede gerçekleşti. 2020’deki çalışma saatleri kaybı, 2009 yılı küresel mali krizindeki dönemden yaklaşık dört kat daha fazla oldu. 15-64 yaş aralığında bir kişinin haftalık çalışma süresi 2020’de 2.5 saat azalarak 24.7 saate düştü. 2009 yılındaki mali krizde, ortalama çalışma saatleri yalnızca 0.6 saat azalmıştı.
2020 yılı boyunca düşük orta gelirli ülkeler yüzde 11.3 ile en yüksek çalışma saati kaybını yaşadı. Genel olarak tüm dünyada en yüksek çalışma saati kaybı ikinci çeyrekte gerçekleşti.
İstihdam ve işsizlik
İstihdamda ise 2020 yılında pandemi etkisiyle 2019 yılına göre 114 milyon kişi düşüş görüldü. “Pandemi hiç yaşanmasaydı” öncülünü ele alarak oluşturulan bir senaryoda, istihdamın 2019 yılına göre 30 milyon artması bekleniyordu.
En yüksek istihdam kaybı yaşanan bölge Amerika kıtası iken, en düşük istihdam kaybı Avrupa ve Orta Asya’da gerçekleşti.
İstihdam kaybının yüzde 29’unu oluşturan işsizlik ise 2020 yılında 33 milyon arttı. İşsizlik oranı 1.1 puan yükselerek yüzde 6.5 oldu. 2009 krizinde bu artış yüzde 0.6 idi.
Kadınlar erkeklere göre daha büyük ölçüde istihdam kaybı yaşadı. Kadınlarda yüzde 5 istihdam kaybı görülürken, erkeklerde bu oran yüzde 3.9 olarak gerçekleşti. Kişi sayısı olarak bakıldığında erkeklerde 80 milyon, kadınlarda 64 milyon istihdam kaybı yaşandı. Burada kadınlarda istihdam kaybının oransal olarak daha büyük, mutlak olarak daha küçük olmasının sebebi, işgücünde erkekler ve kadınlar arasında var olan cinsiyet uçurumuna işaret ediyor. Yaşa göre bakıldığında ise genç işçilerde yüzde 8.7, yetişkinlerde yüzde 3.7 istihdam düşüşü gerçekleşti.
COVID-19 ve sosyal diyalog
Pandemi sürecinde ülkeler, işçi-işveren sendikaları ve işçi-işveren-devlet arasında sosyal diyalogların yanı sıra devletlerin ve işçi sendikalarının arasında da ikili etkileşimler gerçekleştirdi.
• ILO tanımına göre sosyal diyalog, ekonomik ve sosyal politikayla ilgili ortak çıkarlara ilişkin konularda devlet temsilcileri, işverenler ve işçiler arasında her türlü müzakere, danışma veya bilgi alışverişi olarak tanımlanmaktadır. Sosyal diyalog devletin resmi bir taraf olduğu işçi ve işvereni içeren üçlü bir diyalog olabilir ya da sadece işçi ve işvereni içeren ikili diyalog olabilir. Sosyal diyalog, ulusal, bölgesel ve işletme düzeyinde gerçekleşebilir ve meslekler arası, sektörel veya bunların kombinasyonu şeklinde meydana gelebilir.
ILO’nun salgın sürecinde sendikaların rolü üzerine hazırladığı rapora göre, Covid-19 krizinde ülkelerin birçoğu (133 ülkeden 108’i) sosyal diyaloğu, üçlü ve ikili olarak çözümlerin bir parçası olarak kullandı. Kapsamı ülkeler ve bölgeler arasında önemli ölçüde farklılık gösterse de sosyal diyalog, çoğu ülkede özellikle krizden ağır etkilenen çalışanları ve işletmeleri korumak için hedeflenen tedbirler üzerine bir fikir birliğine varılması konusunda yardımcı oldu.
Arap ülkelerinin yüzde 100’ünde, Asya ülkelerinin yüzde 88’inde, Avrupa ve Orta Asya ülkelerinin yüzde 84’ünde, Afrika ülkelerinin yüzde 77’sinde ve Amerika kıtası ülkelerinin yüzde 76’sında en az bir sosyal diyalog biçimi kullanıldı.
Üçlü sosyal diyaloğun yer aldığı ülkelerde tartışılan konular:
• Sağlık hizmeti: Ateş, grip ve öksürük gibi semptomlar gösteren çalışanlara ücretsiz test imkânı dahil, acil durumlara müdahale sağlanabilecek sağlık hizmetlerine erişim için ek bütçe kaynakları tahsisi
• Gelir koruması: Kısıtlamalardan etkilenen çalışanlara geçici iş ve gelir koruması için tedbirlerin alınması (Kısa süreli çalışma programları, işsizlik yardımları gibi)
• Hastalık yardımı: Hastalık yardımı süresinin uzatılması
• Yaşlı ve engelli yardımı: Krizden etkilenenlerin gelir güvenliğine ve sosyal koruma yardımlarına erişimini sağlamak
• Aile izni ve bakım yardımları: Aile üyelerine karşı özel bakım sorumlulukları sebebiyle evden çalışamayanlara aile izni, kreş ve uzun süreli bakım desteği sağlamak
• Sosyal yardım: Nüfusun daha yardıma muhtaç kesimi için gelir desteği sağlamak
• Özellikle sağlık, bakım ve gıda perakendeciliği gibi öncü sektörlerde çalışanlar için ayni faydaların (örneğin kişisel koruyucu donanım) sağlanması
• Geçici esnek çalışma düzenlemeleri: Uzaktan çalışma ve vardiyalı çalışmayı teşvik etmek
• Uyuşmazlık çözümü: İstihdam düzenlemeleri ve işçi haklarının ihlalinden kaynaklanan toplu veya bireysel uyuşmazlıkları çözmek için üç taraflı geçici komitelerin oluşturulması
• İşletmelere mali destek: İş sürekliliğini garanti altına almak ve daha fazla iş kaybını önlemek için sosyal güvenlik katkı paylarının, vergi indirimlerinin, uygun kredilerin ve faiz oranlarının ertelenmesi yoluyla işletmelere destek olmak
İkili sosyal diyalog da bu süreçte sıkça uygulanan bir pratik haline geldi. 133 ülkenin yüzde 62’sinde ikili sosyal diyaloğa başvuruldu. İkili sosyal diyaloglarla ortaya konan çözümler de devlete ortak öneriler ve tekliflerde bulunmak, çalışanların güvenliği ve sağlığını korumak için sosyal ortaklarla geliştirilmiş yöntemleri tartışmak ve uygulamak, belirli iş kategorilerine ek yardımlarda bulunmak ve toplu iş sözleşmeleri oldu.
133 ülkeden 46’sında da hükümetler ve sendikalar arasında ikili etkileşimler rapor edildi. Çoğu durumda üçlü diyaloğun gerçekleşmediği ülkelerde hükümetler ve sendikalar arasında ikili etkileşim gerçekleşti. Bir grup ülkede ise üçlü diyaloğa bir ön adım olarak ikili etkileşim meydana geldi. Bu etkileşimler genellikle işçiler için olumlu sonuçlar verdi. İkili etkileşim kapsamında tartışılan konular; COVID-19 krizi ışığında mevcut mevzuatta yapılan değişiklikler, emeklilik avantajları ve işini kaybeden işçiler için işsizlik yardımları, serbest meslek sahipleri ve muhtaç kişiler için gelir desteği, sağlık çalışanları için ek faydalar, işçiler için gerekli güvenlik ve sağlık önlemleri oldu.
Sendikalaşmada durum
ILO raporuna göre salgın kapsamındaki kısıtlamaların, işyerlerinde örgütlenme ve sendikaların fiziksel faaliyetlerini sınırlamasına rağmen, işçi sendikaları üyelerine ulaşmak ve onları desteklemek için yenilikçi yöntemler geliştirdi. Örgütlenmenin zorluklarına ve halka açık toplantıların kısıtlanmasına karşın, sendikalar kriz boyunca yasal, ayni ve diğer türden destekler sunarak işçilere ve ailelerine yardım etmeyi başardı. Sendikaların bu destekleri arasında işçiler için acil durum fonlarının kurulması ve bu fonlara bağış yapılması yer aldı. Sendikalar ayrıca, salgın ve virüsün işyerinde ve evde yayılmasını önlemek için alınacak tedbirler hakkında üyelerini haberdar etmek amacıyla TV, radyo veya sosyal medyada bilinçlendirme kampanyaları yürüttü. Buna ek olarak, yardım hatları ve çevrimiçi platformlar aracılığıyla, işverenlerin suiistimalleri ve çalışma düzenlemelerine uymamaları ile ilgili iddiaları ve şikayetleri toplayarak hukuki tavsiye verdiler. Virüsün yayılmasını sınırlamak için hükümetlerin aldığı kitlesel toplantı ve sokağa çıkma yasağı gibi kısıtlamalar, işçi örgütlerinin sendikalaşmasını önemli ölçüde etkiledi. Buna cevaben, bazı sendikalar, bütçeleri üzerindeki olumsuz etkiye rağmen üyeleri için üyelik aidatı tahsilatını durdurmaya karar verdi. Bazı sendikalar da krizi, işçiler arasında sendikaların önemi konusunda farkındalık yaratmak ve kayıt dışı ekonomi çalışanlarına ulaşmak için fırsat olarak gördü ve başarılı üyelik kampanyaları başlattı.
İşçi sendikalarına üyelik oranlarına bakıldığında, özellikle bu süreçten daha çok etkilenen sektörlerdeki çalışanların, sendikaları, salgının getirdiği zorlu ekonomik şartlar karşısında güvenli bir liman olarak gördüğüne işaret ediyor.
Türkiye’de son açıklanan verilere göre, 2021 Ocak ayı sendikalı çalışan sayısı, 2020 Ocak ayına göre yüzde 8 artarak 2 milyonu geçti. Sendikalaşma oranı Ocak 2020’de yüzde 13.8 iken, Ocak 2021’de yüzde 14.4’e yükseldi. Toplam çalışan sayısı ise aynı dönemler için yüzde 3.7 arttı.
Sendikalaşma oranı en fazla yükselen sektör yüzde 35.5 ile sağlık ve sosyal hizmetler oldu. Bu sektörde Ocak 2020’ye göre sendikalı sayısı yüzde 278, toplam çalışan sayısı da yüzde 39 arttı. Pandemide sağlık riskiyle en fazla karşı karşıya kalan ve iş yükü en çok artan sağlık çalışanlarının, talep ve ihtiyaçlarının karşılanması için sendikaları bir çözüm aracı olarak gördüğü söylenebilir.
Sağlık ve sosyal hizmetlerden sonra sendikalı sayısı bir yılda en fazla artan sektörler sırasıyla; yüzde 53 ile iletişim, yüzde 38 ile konaklama ve eğlence işleri ve yüzde 30 ile ticaret, büro, eğitim ve güzel sanatlar oldu.
Kasım ayındaki seçimlerin hükümet değişikliğine yol açmasıyla beraber sendikacılık ve çalışma hayatıyla ilgili politikalarda da değişiklik beklenen ABD’ye baktığımızda ise, 2020 yılında bir önceki yıla göre sendikalı çalışan sayısının yüzde 2.2 azalmasına rağmen (14.57 milyondan 14.25 milyona), sendikalaşma oranının yüzde 0.5 artarak yüzde 10.8’e ulaştığı görülüyor. Bunun sebebi, toplam işçi sayısı 141.7 milyondan 132.2 milyona düşerken, işini kaybeden bu 10 milyon kadar çalışan içinde sendikalıların oranının daha az olması.
Meslek grupları arasında en yüksek sendikalaşma oranı yüzde 36.6 ile savunma ve güvenlik sektöründe oldu. Eğitim ise yüzde 35.9 ile savunma ve güvenlikten sonra geliyor.
Örgütlü çalışmanın önemi
Tüm bunlar, dünya ekonomisini 2008 krizinden bile daha fazla etkileyen ve daha çok kişiyi işsiz bırakan salgının, gerek işverenler, gerekse çalışanlar üzerinde olumsuz etkisini sınırlamada örgütlü çalışmanın önemini bir kez daha gösterdi. İşveren örgütleri, işverenlerin ihtiyaçlarını karar alıcılara iletmek, onları karşı karşıya kaldıkları ekonomik zorluklara karşı korumak ve böylece istihdam etmeye devam edebilmelerini sağlamak için önemli bir köprü işlevi gördü. Öte yandan işçi sendikaları da üyelerini salgından korunmak için bilgilendirmek, bu süreçte haklarını kaybetmemeleri için bilinçlendirmek, iş kaybından en kötü etkilenen kesimlere destek olmak gibi görevler üstlendiler. Böylece, küresel düzeyde düşme eğiliminde olan sendikalaşma oranının farklı bir yön izlemesi beklenebilir.
Özgür Burak Akkol:İşgücümüzü yarının işlerine hazırlayacak adımlar atıyoruz
COVID-19 salgını boyunca hem çalışanların sağlığını korumak hem salgının olumsuz ekonomik etkilerini azaltmak için hayata geçirdikleri projeleri anlatan Türkiye İşveren Sendikaları Konfederasyonu (TİSK) Başkanı Özgür Burak Akkol, sanayi odaklı işgücü dönüşümü yaklaşımını hızlandırdıklarını söylüyor. Akkol, “Küresel araştırmalara göre, işverenlerin salgından sonra en çok yatırım yapmayı planladıkları alan dijital dönüşüm. Bu dönüşüm hepimizi etkileyecek. Bu nedenle işgücünün dönüşümü TİSK’in en temel önceliklerinden biri” diyor.
COVID-19 ile mücadelede, TİSK şemsiyesi altındaki işveren sendikaları ne gibi görevler üstlendi?
Son bir yıldır dünyada ve ülkemizde zorlu bir süreçten geçiyoruz. Salgınla mücadele sürecini en az etkiyle atlatmak için üye sendikalarımız ve işletmelerimizle tek yürek olduk. Bütün dünyanın sağlıkla sınandığı bu zorlu yılda, işyerlerimizde çalışma arkadaşlarımızın sağlığını korumak üzere aldığımız en üst düzey tedbirlerle örnek olduk. Toplu iş sözleşmeli işyerlerinde, sözleşmelerimizin gereklerinin salgından etkilenmeksizin olağan seyrinde ve harfiyen uygulanmasını sağladık.
TİSK ekosistemindeki işyerlerimize ve çalışanlarımıza toplam 5 milyonun üzerinde maske, 100 tonu aşkın dezenfektan dağıtımı yaptık. Bununla birlikte, üyelerimiz ve işyerlerimizin büyük destekleri ile ‘Biz Bize Yeteriz’ kampanyasına Konfederasyon ekosistemi içerisinden yaklaşık 200 milyon TL bağışta bulunduk. En önemlisi, kısa çalışma ödeneği üzerine maaşları işverenler olarak bizler tamamladık. Çalışanlarımıza ve dahası ekonomiye doğrudan 5 milyar lira nakdi destek sağladık.
Öte yandan, salgın döneminde çalışma arkadaşlarımızın ve ailelerinin kişisel gelişimine katkı sunmak amacıyla TİSK Akademi Online Gelişim Platformu’nu kurduk. Platformumuz 2019’un Mayıs ayından bu yana yoğun bir ilgi gördü. 70 bin çalışma arkadaşımızı 120 bini aşkın eğitim ile buluşturmanın mutluluğunu yaşıyoruz.
Sanayi odaklı işgücü dönüşümü yaklaşımıyla, işgücümüzü yarının işlerine hazırlayacak önemli adımlar atıyoruz. Bu yıl Türkiye Tekstil Sanayii İşverenleri Sendikası’nın (TTSİS) işbirliği ve liderliğinde tekstil sektöründe başladığımız projemizde çalışan yetkinliklerini daha üst seviyeye çıkarmak için yola çıktık. Sektörü bekleyen yeni meslekler ve beceriler için eğitim müfredatımız hazır. İşgücü dönüşümü projemizi diğer sektörlere yaygınlaştırmak, önümüzdeki dönemde en büyük gayelerimizden biri olacak. Ayrıca, gençlerimizin çalışma hayatına güçlü bilişim uzmanları olarak hazırlanması hedefiyle başlattığımız ‘Genç Dönüşüm’ projemizi de zenginleştirip sürdürüyoruz.
Sosyal diyalogun önemli bir aktörü olarak TİSK, sürecin başından beri işletmeleri ve istihdamı korumak için işverenlerin talep ve ihtiyaçlarını Hükümet’e iletmek konusunda önemli bir köprü vazifesi gördü. Hangi talepler iletildi? Nasıl çözümler bulundu?
Yaşadığımız salgın süreci bizlere, kamu, işçi ve işverenden oluşan üçlü sac ayağının ortak hareket etmesi halinde her şeyin üstesinden gelebileceğimizi bir kez daha gösterdi. Salgın döneminde işveren camiamızın ihtiyaçlarını ve taleplerini ilk ağızdan devletimize aktardık. Başta Cumhurbaşkanı Yardımcımız Sayın Fuat Oktay olmak üzere toplantılarımızda çok sayıda kabine üyemizi ağırladık. Küresel örnek uygulamalarını Türkiye özelinde ve işveren bakış açısıyla değerlendirerek ilettiğimiz çözüm önerilerinin neredeyse hepsi kamu nezdinde kabul gördü. Kısa çalışmadan, telafi çalışmasının süre uzatımına, vergi/prim ödeme ertelemelerinden yıllık izin uygulamalarında esnekliğe kadar sektörlere ve çalışana ortak fayda sağlayacak pek çok önerimiz işgücü piyasasına can suyu oldu.
Üçlü sac ayağının paydaşları olarak omuz omuza çalışmalarımızı artırarak her alanda sürdürdük. Bu kapsamda, geçen sene ülkemizde bir ilk olarak ve ‘Birlikte Mümkün’ diyerek hayata geçirdiğimiz Ortak Paylaşım Forumu’nda bu sene yine bir ilke imza attık. Salgın koşullarına rağmen genişletilmiş gerçeklik teknolojisi ile tüm paydaşlarımızı bir araya getirdik. Geçen yıl toplumsal hayatta önemli yer tutan paydaşlara odaklanan ve çalışma hayatının Davos’u olarak nitelendirilen Forumumuzda, bu yıl ‘İşimizin Yarını’nı ele aldık. Öte yandan, geleceğe ortak olmak ve yarınlarımızı ‘Birlikte Mümkün’ kılmak umuduyla her yıl düzenlendiğimiz Kurumsal Sosyal Sorumluluk Ödül Programımızı bu sene Ortak Yarınlar Ödül Programı olarak şekillendirdik.
Salgının bu dönüşüme olumlu ve olumsuz katkılarını nasıl değerlendirirsiniz? Yeni dünya düzeninin konuşulduğu bu ortamda, TİSK’in gündeme getirdiği ‘yeni nesil sendikacılık’ kavramından bahseder misiniz?
Henüz salgın dahi başlamamışken, yeni dünya düzeninin adı dahi geçmezken, TİSK olarak ortaya attığımız bir kavram var: Yeni nesil sendikacılık. Bu neyi ifade ediyor? Biz TİSK olarak mevcutta yürüttüğümüz faaliyetleri devam ettirirken aynı zamanda çalışma hayatının da geleceğine odaklanıyoruz. “Rapor değil, icraat” diyoruz. Bu anlayış, Yeni Nesil Sendikacılık anlayışının ayrılmaz bir parçası. Geçtiğimiz sene Mckinsey & Company ile ‘İşimizin Geleceği Araştırması’nı yaptık. Buna göre, “Ülkemizde 2030 yılına kadar kabaca 8 milyonluk bir işgücünün becerilerinin dönüşmesi gerekecek” diyorduk. Bu, salgının etkileriyle daha da arttı. Küresel düzeyde yapılan pek çok araştırmaya göre işverenlerin, yaşadıkları salgın tecrübesinden sonra en çok yatırım yapmayı planladıkları alan dijital dönüşüm. Bu dönüşüm hepimizi farklı ölçülerde kaçınılmaz bir şekilde etkileyecek. Bu durumu fırsata çevirmek için kamu, işçi, işveren iş birliği halinde ortak hareket etmeliyiz. Bu sebeplerle, iş gücünün dönüşümü TİSK’in en temel önceliklerinden biri. TTSİS liderliğinde hayat geçen ‘Sanayide İş Gücü Dönüşümü’ projemizin ana odağı tam olarak bu.
Numan Özcan: Salgın en çok kadınları ve gençleri vurdu
ILO Türkiye Direktörü Numan Özcan, son araştırmalara göre salgınla birlikte gençler, kadınlar ve kayıt dışı işçilerin istihdam düzeylerinin negatif trend gösterdiğini söylüyor. Salgın sürecinin çoğu sektördeki işverenler için de yadsınamayacak düzeyde olumsuz etkileri olduğunu belirten Numan Özcan, çözüm için işçi-işveren-devlet işbirliğiyle önlemler geliştirilmesinin önemine dikkat çekiyor.
COVID-19, geçen yıl başladığı günden bu yana işgücü piyasasından nasıl bir tablo ortaya çıkardı? Öncesi ve sonrası, durumu nasıl değerlendirirsiniz?
Etkileri Dünya Savaşları ile karşılaştırılan COVID-19 salgını, son yüzyılın en büyük sağlık ve ekonomi krizi. Bu küresel salgın, her alanı olduğu gibi işgücü piyasalarını da derinden etkiledi. Salgının yoğunlaşmasıyla, dünyadaki işsizlik rakamları arttı. OECD ülkelerinde işsizlik oranları incelendiğinde, Şubat 2020 döneminde bu oran yüzde 5.22 iken Mayıs 2020 döneminde yüzde 8.65’e yükseldi.
İşsizliğin küresel olarak yüzde 1.1 ya da 33 milyon kişi artarak 220 milyona çıktığı bir döneme şahitlik ediyoruz. Bu kayıp, ‘Büyük Durgunluk’ olarak da adlandırılan 2009 küresel mali krizindeki kaybın yaklaşık dört katı. Bu istihdam kaybının parasal karşılığını anlamak için rakamlara baktığımızda, 3.7 trilyon dolarlık yani toplam küresel gayrisafi hasılanın 4.4’ü kadar bir gelir kaybı yaşandığını görüyoruz.
ILO Türkiye Ofisi olarak, “Salgın olmasa istihdamda durum ne olurdu?” modellemesiyle yaptığımız, küresel salgının Türkiye’de istihdama etkisine ilişkin hesaplama bize, salgının zirve dönemine rastlayan 2020 yılının Nisan ve Mayıs aylarında Türkiye’deki ekonomik faaliyetin üçte birinin yok olduğunu, buna bağlı olarak çalışma saatlerinin Nisan ayında yüzde 34.9 ve Mayıs ayında da yüzde 33.8 düzeyinde azaldığını gösterdi. Haziran 2020’de koronavirüs önlemlerinin kaldırılmasıyla birlikte çalışma saatlerindeki kayıp büyük ölçüde ortadan kalksa ve 2020 boyunca toparlanması beklenen çoğu faaliyet toparlanmış görünse de, aslında tam olarak bir toparlanmadan söz edebilmemiz çok mümkün değil.
Daha çok çalışan açısından değerlendirdiğimiz süreçlerin, çoğu sektördeki işverenler için de yadsınamayacak düzeyde olumsuz etkileri var. Türkiye’de kayıtlı işverenler Nisan 2018’de toplam 1.047 milyon iken, Ekim 2019’da 0.832 milyona düştü ve toparlanmaya başladığında (Şubat 2020’de 0.905 milyon) ise bu kez küresel salgın nedeniyle Temmuz 2020’de bu sayı 0.808 milyona geriledi.
Yine ILO Türkiye Ofisi olarak son dönemde yaptığımız ve Mart ayında yayınladığımız bir başka araştırma daha var. Salgınla mücadele kapsamında, hareketliliği kısıtlama ve hastalığın yayılma hızını düşürmeye yönelik Kasım 2020’de getirilen bir dizi önlemin Aralık ayında Türkiye’deki işgücü piyasası üzerindeki etkilerini değerlendirdiğimiz ‘İkinci Dalga COVID-19 Önlemlerinin Türkiye’de İstihdam Üzerindeki Etkisi’ konulu bu araştırmaya göre, yeni önlemlerin Aralık ayında 2.3 milyon iş kaybına neden olduğu tahmin ediliyor. Araştırmaya göre bu önlemlerin, ağırlama hizmetleri sektöründe görülen istihdam kayıplarını tekrar Nisan ve Mayıs düzeylerine götürdüğü anlaşılıyor.
Salgının istihdama etkisi önümüzdeki süreçte nasıl şekillenecek?
Geçtiğimiz yıl salgının Dünya Sağlık Örgütü tarafından pandemi olarak tanımlandığı bu günlerde, ne salgının seyrini ne de ekonomide ve çalışma dünyasında yaratabileceği etkilerin bu kadar derin olabileceğini bilemiyorduk. Bu bağlamda, önümüzdeki süreci de tam olarak kestirebilmek pek mümkün görünmüyor. Zira, bu noktada çalışma dünyasının aktörleri olarak bizlerin tam olarak tespit edemeyeceği önemli değişkenler var; koronavirüs enfeksiyonlarının seyri, mutasyonların etkisi, aşılamanın hızı ve etkinliği gibi. Ancak tabii 2021 için çeşitli projeksiyonlar yapılıyor. Örneğin yukarıda değindiğim ILO’nun ‘COVID-19 ve Çalışma Yaşamı Gözlem Raporu’ aşılamanın genişletilmesiyle birlikte 2021’in ikinci çeyreğinde küresel anlamda güçlü bir ekonomik toparlanma yaşanacağına dair beklentileri ifade ederken, küresel ekonominin hâlâ büyük belirsizliklerle karşı karşıya olduğuna ve toparlanmanın dengesiz olma riski bulunduğuna dikkat çekiyor. Ayrıca rapora göre, son projeksiyonlar, 2021’de kalıcı iş açığı olacağını gösteriyor.
Dolayısıyla, 2021 yılının ikinci yarısında istihdam piyasasında bir toparlanma beklenmekle birlikte pandeminin etkilerinin 2021’de de süreceği anlaşılıyor.
İstihdam sorunu en çok hangi sektörlerde yaşanıyor? Bu süreç, Endüstri 4.0 ile birleştirdiğinde çalışanları sosyal güvence açısından nasıl bir tablo bekliyor?
Öncelikle şu tespiti yapmakta fayda var. Salgın ve salgınla mücadele kapsamında alınan önlemler genellikle kayıt dışı ekonomide yer alan çalışanları daha ağır biçimde etkiledi. Dolayısıyla biz ILO’nun “İnsana yakışır iş” diye tabir ettiğimiz ve bu kavramın ana bileşenlerinden biri olan ‘güvenceli’ çalışmanın önemi, salgınla bir kere daha ortaya çıktı.
Uzun yıllardır üzerinde konuştuğumuz dijitalleşme ve uzaktan çalışma, hepimizin hayatında daha fazla yer almaya başladı. Fakat burada önlem alınması gereken iki durumla karşı karşıyayız. Birincisi, salgın döneminde evden çalışamayan, işlerini dijital araçlarla gerçekleştiremeyenler için alınması gereken iş sağlığı ve güvenliği önlemleri. Diğeri ise dijital araçlarla uzaktan çalışanların insana yakışır koşullarda çalışabilmeleri, yani gelirlerini güvenli ve güvenceli işler aracılığıyla sağlayabilmeleri için alınması gereken önlemler.
Özellikle GİG ekonomisindeki, yani emek arz ve talebinin dijital platformlar aracılığıyla kısa süreli iş anlaşmalarına dayalı olduğu çalışma biçimlerindeki bireylerin sosyal güvenceye erişmeleri için kolaylaştırıcı yöntemler geliştirilmeli. Yapılan araştırmalar, COVID-19 ile dünya çapında GİG ekonomisinde çalışanların neredeyse yarısının işlerini kaybettiklerini, yüzde 26’sının ise çalışma saatlerinin düştüğünü gösteriyor. Bu noktada bu kişilerin güvenceli çalışamamaları, büyük hak kayıplarıyla sonuçlanıyor.
COVID-19 döneminde, otomasyonun ve dijitalleşmenin ve ilgili dönüşümlerin hızlandığına tanık oluyoruz. Bir yandan, bazı çalışma biçimlerinin etkinliğinin ve yaygınlığının kaybolması ve bir yandan da ardından gelecek istihdam kaybı riskiyle karşı karşıyayız. Fakat otomasyon ve dijitalleşmenin yaratacağı yeni istihdam biçimleri ve iş fırsatları da olacaktır. Bu bağlamda, salgın sonrası için geliştirilecek politikalarda, üretimde daha da artacağı düşünülen dijitalleşme ve otomasyon eğilimlerinin, istihdam üzerinde yaratabileceği olumsuz etkiler göz önünde tutulmalı. Bu politikaların geliştirilmesi ve uygulanmasında ilgili ILO sözleşmeleri ve uluslararası çalışma standartlarının bir çerçeve işlevi sunması, çalışma koşullarını iyileştirecektir.
Bu süreci, işçi ve işveren dengesini gözeterek iyi yürüten ülkelere örnek verebilir misiniz?
Ülkeler salgın sürecinde ekonomik önlemler alırken ve destek paketleri oluştururken, farklı yaklaşımları takip etmiş, farklı önlemleri uygulamışlardır. Örneğin ABD’de çalışanları işten çıkarmaktan koruyan bir kanun bulunmamaktadır. Oysa ki, İtalya, Fransa veya İspanya gibi birçok Avrupa ülkesi, güçlü istihdam koruma önlemlerini uygulamışlardır. Bu ülkelerde, çalışanlar işten çıkarılmaya karşı korunmuş ve sözleşmenin feshine yönelik gerekçeler nadiren kullanıldıkları bir düzeye getirilerek, artırılmıştır. COVID-19 krizi devam ettiği için bu politikalar da uzun soluklu süreçte gözden geçirilerek yenileniyor.
Elbette her ülke, kendi işgücü piyasasının, yapısının özelliklerine göre mücadele etmeli ve önlem almalıdır. Fakat, bir ülkenin süreci iyi yönetmesi, ILO’nun da önerdiği gibi, insan odaklı bir yaklaşımla, insanı merkeze alıp, çalışanların sağlığını ve güvenliğini korumasını; işverenlerin kayıplarının da en aza indirilmesini sağlayan tedbirleri hayata geçirmesi ile mümkün olabilir. Bu da işçi, işveren ve hükümetin etkileşim içerisinde olabileceği üçlü sosyal diyalog anlayışı ile sağlanabilir.
İşveren örgütlerine istihdam konusunda verebileceğiniz tavsiyeler ne olabilir?
Pandemi sürecinde gördük ki, sürdürülebilir ve kapsayıcı adımlarla gerçekleşecek bir ekonomik kalkınma ve istihdam standardı, bundan sonra da karşımıza çıkabilecek her türlü kriz için adeta bir emniyet kemeri işlevi görecek. Salgınla, yaşamımızın her alanında bilgi ve teknolojinin ne kadar işlevsel olduğunu bir kez daha anladık. Bu sebeple işveren örgütlerinin, üyesi olan işletmelerle işbirliği içerisinde bilgi ve teknolojiye odaklanarak yürüttükleri çalışmalarına farklı işbirlikleriyle daha yoğun biçimde devam etmeleri, çalışma yaşamının tüm aktörleri için çok önemli.
Özellikle işçi örgütleriyle yapılacak işbirlikleriyle hatta bu işbirliklerine eğitim kurumlarının da dahil edilmesiyle, bilgi ve teknoloji temelli çalışma için vazgeçilmez olan genç ve dinamik nüfusun da işgücü piyasasının gereksinimleri doğrultusunda yetiştirilmesi ve istihdama dahil edilmesi sağlanabilir. Böylece, salgınla artan genç işsizliği sorunu için çözüm üretilmesinde yol alınabilir. Bu işbirliklerinin kapsayıcı sonuçlar üretebilmesi; genç, kayıt dışı ve az eğitimli bireylerin istihdam edilme ve daha kaliteli işlerde çalışmalarını sağlamaya yönelik programların geliştirilmesine bağlı.
Çalışma yaşamındaki koşulları erkeklerle eşit olmayan kadınların, istihdama katılım oranlarının ve çalışma koşullarının salgınla birlikte daha da geriye gittiğini hepimiz gözlemledik. İşveren örgütlerinin, işletmelerin kadınların çalışma yaşamındaki koşullarının iyileştirilmesi platformlarının parçası olması önemli. Böylece, çalışma yaşamındaki mevcut toplumsal cinsiyet eşitsizliklerinin önlenmesine yönelik mekanizmalar da geliştirilebilir. Araştırmalar, gerçek anlamda toplumsal cinsiyet çeşitliliğine sahip işletmelerin önemli ölçüde kâr artışı da dahil daha iyi performans gösterdiğini ortaya koyuyor.
Bu süreçte sendikaların rolleri üzerine değerlendirmenizi alabilir miyiz?
Kriz dönemlerinin işgücü piyasası üzerindeki etkilerini azaltmak için sosyal diyalog mekanizmalarının güçlendirilmesi gerekiyor. Bu bağlamda, işveren ve işçi örgütlerinin kapasitelerinin olası krizlere çözümler üretmek üzere geliştirilmesi önemli.
Daha önce de belirttiğimiz gibi salgının yarattığı olumsuz koşullardan tüm sektörler eşit biçimde etkilenmedi. Bu bağlamda işçi ve işveren örgütlerinin sektör odaklı çalışmalar yapmalarına ihtiyaç var. Salgından olumsuz etkilenen sektörlerdeki çalışanların hak kayıplarının önlenmesi ve bu sektörlerdeki işyerlerinin sürdürülebilirliği için sosyal diyalog anlayışıyla çözümler geliştirmek gerekiyor.
Son olarak, işçi ve işveren örgütlerinin kamu kurumları ile işbirliğiyle bu krizden daha olumsuz etkilenen kadınların, gençlerin ve düşük ücretli işçiler de dahil diğer kırılgan grupların insana yakışır biçimlerde çalışabilmeleri için önlemler geliştirmesinin ve bu önlemlerin koordineli biçimde uygulanmasının gerekli olduğunu düşünüyorum. Kapsayıcı, adil ve sürdürülebilir ekonomiler yaratmak için gereken toparlanma stratejilerini uygulamada sosyal diyalog çok kilit role sahip.
Erol Kiresepi: İş dünyasına dönük cesur reformları yapma zamanı
Pandeminin yarattığı sorunların üstesinden gelmek için sihirli, herkese uyan çözümlerin olmadığını belirten Uluslararası İşverenler Örgütü (IOE) Başkanı Erol Kiresepi, küresel çapta yapılan analizlerin ortak paydasının, her koşulda istihdamın devamlılığını sağlamak olduğunun altını çiziyor. Kiresepi, “Pandemi kriziyle eş zamanlı olarak ekonomilerin uzun süredir karşı karşıya olduğu zorlukları ve kapsamlı reformlar konusunu da ele almamız gerek” diyor.
İş dünyasının COVID-19 ile küresel mücadelede verdiği sınavı nasıl değerlendirirsiniz? IOE bu mücadelede nasıl bir liderlik rolü üstlendi?
COVID-19 pandemisi, tüm ülkelerin sağlık, ekonomi ve istihdam alanlarında şimdiye kadar benzeri görülmemiş bir krize yol açtı. İşverenler son 12 ayda, işletmelerin ayakta kalması ve çalışanların sağlık ve refahının korunması ve bütün bunların pandemi şartlarına uygun olarak gerçekleşmesi konusunda büyük gayret sarf etti. Bu çalkantılı zamanlarda işverenler; hükümetler ve çalışanlar için güvenilir bir ortak olmuş, çalışanlarını ve de toplumu bilgilendirmede kilit bir kaynak haline gelmiştir. Nitekim Edelman Güven Barometresi’nin 2021 yılı sonuçları, iş dünyasının; hükümetlerden, sivil toplum kuruluşlarından (STK) ve medyadan çok daha ileride, güvenilen tek kurum haline geldiğini göstermektedir.
IOE’nin üyesi olan 145 ülkedeki 50 milyondan fazla şirketi temsil eden 154 işveren kuruluşu, pandemiye müdahalede stratejik bir rol oynamaktadır. Pandemi sürecinde şirketleri, özellikle küçük ve orta ölçekli şirketleri, sürekli değişen düzenlemeler hakkında bilgilendirmekte, iş sağlığı güvenliği (İSG) önlemleri ve virüsün yayılmasını nasıl durduracakları konusunda tavsiyelerde bulunmakta ve işletmelere çalışma modellerini yeni realiteye uyarlamaları için destek olmaktadır. Krizin işletmeler ve çalışanlar üzerindeki etkisini azaltmaya yönelik politikalar konusunda hükümetler ve sendikalarla işbirliği yapmakta ve ortak eylem planlarını koordine etmektedir.
IOE, bu dönemde hedef odaklı tavsiyelerde bulunarak, karşılıklı öğrenme ve birlikte çalışma yöntemleriyle üyelerini destekliyor. Burada somut bir girişimden bahsetmek isterim: IOE; Uluslarrası Sendikalar Federasyonu (ITUC), IndustriALL, ILO ve birçok marka, yerel işveren ve işçi sendikalarıyla birlikte, pandeminin tekstil ve hazır giyim sektöründeki etkisini ele almış ve bunun için ‘Hazır Giyim Endüstrisi Eylem Çağrısı’nı yapmıştır. Tekstil alanındaki, bu yoğun çalışmalarımızın sonuç vermeye başladığını memnuniyetle izlemekteyiz. Örneğin, bu çalışmalar sonucunda Bangladeş’te hazır giyim endüstrisine 115 milyon ABD Doları tutarında destek taahhüt altına alınmıştır. Eylem Çağrısı bu vesileyle çalışanların gelir güvencesine ve iş sürekliliğine kuşkusuz katkı sağlayacak. Ayrıca pandemi krizinde öncelikli olan diğer yedi ülkeye de para gelmeye başlayacak. Bu eylem çağrısının zor bir süreç olduğunu kabul etmemiz gerekir. Bu nedenle özellikle Eylem Çağrısı’nı destekleyen ve tarafları bir araya getiren ILO’ya bir kez daha teşekkür etmek isterim. Çünkü böyle bir ortak ve yoğun çalışma olmasaydı, Eylem Planı kâğıt üzerinde kalacak ve gerçek anlamda sosyo-ekonomik etki yaratmayacaktı.
Son olarak başka bir girişimden daha bahsetmek istiyorum. IOE, COVID-19’un yayılmasının durdurulmasını, ekonomilerin tekrar canlanmasını ve işverenlerin öncülüğünde test, aşılama ve diğer önleyici tedbirlerle sınır ötesi hareketliliğe tekrar izin verilmesini amaçlayan CONVINCE girişiminin bir parçası. Kuruluşumuz, salgının üstesinden gelmek için, küresel ağımız ve 100 yılı aşkın uzmanlığımızla bu girişime özveriyle dahil olmuştur.
İstihdam kaybının sosyal ve ekonomik ölçülerini sınırlamak için, hükümetler, iş dünyasına çok çeşitli destek paketleri uyguladı. Bunlardan en yenilikçi ve etkili olanlar hangileriydi? Bir işletmenin bu krizde hayatta kalabilmesi için en etkin ve kalıcı çözümün ne olduğunu düşünüyorsunuz?
Bu dönemde hükümetlerin mali teşvikler, izolasyon ve test gibi krizin etkilerini gidermeye yönelik bir dizi tedbir aldıklarını gördük ve görmeye de devam ediyoruz. İşletmeleri desteklemeye yönelik tedbirler arasında krediye erişim, ödeme ertelemeleri, işletme maliyetleri için sübvansiyonlar yer alıyor. Hükümetler, ayrıca kısa çalışma ödeneği, ücret sübvansiyonu ve hastalık iznine çıkan işçilere yönelik mali destek gibi tedbirler de geliştirdiler.
Siz de hak verirsiniz ki, konuyla ilgili sihirli bir çözüm ya da herkese uyan tek bir çözüm modelinden söz etmemiz mümkün değil. Bununla birlikte, krize etkili ve verimli bir yanıt verebilmek için anahtar gibi görünen bazı ilkeler var.
IOE’nin kurumsal ortağı Adecco’nun 20 ülkede yaptığı analizlere göre bazı ilkelerin ve önerilerin ön plana çıktığını görüyoruz. Bunlar;
• İşyerinde en üst düzeyde sağlık ve güvenliği korurken, ekonomik faaliyete devam edin.
• İşbirliği ve sosyal diyalog yoluyla sosyal barışı koruyun.
• Kısa çalışma programları ve çalışmayı devam ettirmeye yönelik diğer önlemler yoluyla istihdamı destekleyin.
• Ücret sübvansiyon programlarından sürekli yararlanmayı, beceri geliştirme araçlarından yararlanma koşuluna bağlayarak Aktif İşgücü Piyasası Politikalarını hızlandırın.
Görüleceği gibi, bu ilkelerin ve önerilerin ortak paydası her koşulda istihdamın devamlılığını sağlamak.
Pek çok ülkede, finansal desteğe erişmekte zorlanan şirketlerin önündeki en kritik engeller, gereksiz bürokrasi ve yavaş fon akışı olmakta. Bu nedenle, pandemi koşullarına çevik ve hızlı yanıt veren hükümetler ve ülkeler süreç içinde genellikle diğerlerinden daha iyi performans gösteriyor. Ancak, sadece mevcut krizin etkilerini hafifletmekle meşgul olmamamız gerektiğini de unutmamalıyız. Bu nedenle pandemi kriziyle eş zamanlı olarak ekonomilerin uzun süredir karşı karşıya olduğu zorlukları da ele almamız gerektiğini belirtmekte yarar görüyor ve iş dünyasına dönük cesur reformları yapma zamanıdır diye düşünüyorum. Bu reformların amaçlarını ise;
• Şirketleri yeni işe alımlara ve mevcut işgücünü elde tutmaya teşvik edecek, ayrıca bireylerin yeni iş imkânlarının yaratıldığı sektörlere kanalize olmasını destekleyecek daha dinamik, açık ve kapsayıcı işgücü piyasaları oluşturmak;
• KOBİ’ler başta olmak üzere, işletmelerin ekonomik şoklara karşı dayanıklılıklarını artırmaları ve güçlenmeleri için krediye erişimlerini kolaylaştırmak;
• Yeni istihdam olanakları ve büyüme için canlı ekonomiler yaratmak üzere girişimciliği ve inovasyonu teşvik etmek;
• Hem iş dünyası hem de toplumlar için önemli bir engel olan yolsuzluk ve bürokrasiyle mücadele etmek;
• Kayıt dışılığı ele almak ve toplumun tüm kesimlerinin ekonomilerin ve toplumların kalkınmasına katkıda bulunmasını sağlamak üzere yenilikçi yaklaşımlar geliştirmek,
olarak özetlemek istiyorum.
Ayrıca, ‘Kayıt Dışı Ekonomiden Kayıtlı Ekonomiye Geçişle ilgili 204 sayılı ILO Tavsiye Kararı’ ile, kayıt dışı sektörü kayıtlı hale getirmek üzere ne yapılması gerektiği konusunda küresel düzeyde üç taraflı bir konsensüs sağlanmıştır. Bu kararın titizlikle uygulanmasının çok yararlı olacağına inanıyorum.
Küresel düzeyde talepte belli bir oranda toparlanma görülüyor ve bu durum imalata da yansıyor. Bir yanda yeni dalga virüsle mücadele sürerken, bir yandan da sosyal hayatta ve iş hayatında normalleşme süreci başlıyor. Güvenli işe dönüş için işverenlere tavsiyeleriniz neler? İşyerlerinde çalışma düzeninde ne gibi değişiklikler olmalı?
Evet, önleyici tedbirlerin, test süreçlerinin ve aşılamanın gittikçe artması ile ufukta artık umutlu bir tablo görüyoruz. Ancak COVID-19’un, şirketlerin müşterilerle etkileşim kurma biçimi, çalışma hayatını düzenleme ve birbirimizle sosyalleşme şeklimiz üzerindeki etkisi, bir süre daha devam edecek gibi görünüyor. Virüsün yeni varyantları, dünya genelindeki kapanma ve izolasyondan çıkış stratejilerini zorlaştıran durumları ortaya çıkarmaya devam ediyor. Kısacası, önümüzde hâlâ çok iş var gibi.
Aslında, etkili aşıların geliştirilmesinin pandemiyi sona erdirmek için güçlü bir araç olduğu kabul edilmekle birlikte, yine de aşıyı pandemi sürecinin yalnızca bir parçası olarak değerlendirmek gerekir diye düşünüyorum. Aşıların, temel olarak, test süreci, temas takibi, fiziksel mesafe, maskeler, el hijyeni gibi temel halk sağlığı önlemlerini tamamlamakla beraber, bunların yerini tutamayacağı bilimsel olarak kabul edilmiş durumda. Çünkü aşı olunsa bile bireysel olarak hastalığa karşı koruma sağlandığı, ancak yine de başkaları için bir tehdit oluşturabildiği öngörülüyor.
Genel bir politika olarak Dünya Sağlık Örgütü (DSÖ), zorunlu aşılamayı önermiyor. Aşıya geniş ve kolay erişim sağlayarak, aşı olması gereken kişilerin aşılanmasını sağlamak daha uygun görülüyor. İşyerleri, insanların aşı olmak için kendilerini daha güvende hissedecekleri yerler olarak değerlendiriliyor. Örneğin, bazı işveren kuruluşları, şirketler ve karar vericiler arasında bir köprü kurarak altyapılarını gerektiğinde aşılama için gönüllü olarak sunuyorlar.
İşverenlerin;
• Aşı hakkaniyeti talep etmede,
• Güvenli çalışma koşulları ile çalışanların fiziksel ve zihinsel sağlığını temin etmede,
• Pandemiye yönelik olarak sürdürülebilir bir çözüm sunma konusunda, hayati role sahip olduklarını düşünüyorum.
Bu kapsamda işverenlerin, aşıların ötesinde, koruyucu önlemlerin ve güvenli davranışların önemi konusundaki iletişimlerini güçlendirerek, COVID-19’un işyerlerinde yayılmasını önlemede ve yavaşlatmada kilit bir rol oynayabileceklerine inanıyorum.
Erol Kiresepi 1951 yılında İstanbul’da doğdu. Boğaziçi Üniversitesi Kimya Mühendisliği ve İşletme Yüksek Lisans mezunudur. İkinci kuşak olarak devraldığı Santa Farma İlaç’ın Yönetim Kurulu Başkanlığı’nın yanı sıra; TİSK, KİPLAS, Türkiye İlaç Sanayii Derneği, İstanbul Sanayi Odası, G20, B20 gibi pek çok ulusal ve uluslararası oluşumda önemli görevlerde bulunmuştur. 2017 yılında Uluslararası İşverenler Teşkilatı’nın (IOE) Başkanlığına seçilen ilk Türk olmuştur.