Küresel yan etkilere karşı bünyeyi nasıl güçlendireceğiz?
Bader Arslan / Dünya Gazetesi Araştırma Müdürü
Ekonomik krizler büyük oranda talep şoklarıyla ortaya çıkar. Arz yönlü sıkıntılar çok nadir görülür. Ama 2020, küresel ekonomi için hem arz hem talep şokunun yaşandığı bir yıl oldu. Covid-19 salgını başladığında, önce Asya kaynaklı bir arz şokuna neden oldu. Ardından bu, dünyanın geri kalanına da yayıldı. Evlerine kapanan insanlar, harcamalarını aniden azaltınca, bu kez de talep bir anda dondu. Tedarik zincirlerinde sıkıntılar başladı.
Arz ve talepte yaşanan ilk şokun ardından, bazı ürünlere talep önce salgın öncesi seviyelere, ardından bunun da üzerine çıkmaya başladı. Genel anlamda hizmet sektörleri zayıf seyrini sürdürürken, sosyal kısıtlamalar, evden çalışma, internet alışverişleri bazı sektörlerin ciddi anlamda büyümesine zemin hazırladı. Salgının ilk aylarında hızla gerileyen fiyatlar, sonbahardan itibaren yükselişe geçti.
2020 sadece Covid-19 ve onun yarattığı etkiler nedeniyle değil, küresel ısınma ve bunun neden olduğu kuraklık dolayısıyla da zor bir yıldı. Yılın ikinci yarısında neredeyse tüm ürünlerde fiyatlar yukarı döndü. Doların küresel bazda değerinin düşüyor olması da bunu destekledi. Ama asıl büyük etki yıl sonunda ortaya çıktı. Çin başta olmak üzere bazı ülkeler, gıda ve tarımsal emtia stoklarını artırma yoluna gittiler. Bütün bunlar, hammadde tedarik sıkıntısı, fiyatlarda yükseliş ve konteyner bulma sorunları doğurdu.
Çin’in stok biriktirme politikası, 2021 başında küresel bazda deniz trafiğini terse çevirdi. Gemiler önceleri Asya’dan dolu gelip, ABD ve Avrupa’dan mal bulmakta zorlanarak dönerlerdi. Artık daha fazla gemi, Asya’ya dolu gidiyor ve bu ülkelerde biriken konteynerler, Batı’da talep yükselmediği için orada kalıyor. Bu nedenle Türkiye’nin de aralarında olduğu pek çok ülke mal ihraç etmek için konteyner bulamadı; bulunduğunda ise ciddi bedeller ödendi. Elbette bu, çok uzun sürecek, yeni bir normal değil. Birkaç ay içinde trafik yeniden normale dönecek. Ancak geçici de olsa, konteyner sıkıntısı, navlun maliyetlerinin sıçramasına neden oldu.
Küresel piyasadaki bu gelgitler, tüm dünyada olduğu gibi Türkiye’de de fiyatlama dengelerini bozdu. Türkiye’deki üreticiler için başka bir sorun daha vardı. Yılın ikinci yarısında TL, diğer para birimlerine karşı hızla değer kaybetmeye başladı. Zaten yükselmekte olan emtia fiyatlarına bir de kur etkisi eklenince, üretim maliyetleri daha da arttı. Bazı ürünlerde, genel enflasyonun çok üzerinde fiyat artışları yaşandı.
Kasım ayında ekonomi yönetimindeki değişikliklerin ardından, faiz artırımı ve kararlı açıklamalarla piyasa beklentilerindeki bozulma durdu. Kurdaki artışın spekülatif kısmı bir anda dönüşe geçti. TL’nin yavaş yavaş değer kazanmasıyla, özellikle iç piyasada fiyat indirimi beklentileri artmaya başladı. Oysa, üreticilerin maliyetleri büyük oranda kurların yüksek seyrettiği dönemde oluşmuştu. Bu nedenle henüz içeride fiyat indirimi beklemek için erken. Ayrıca son birkaç haftada kurların yüzde 10 civarında yükselmesi, kurulmakta olan dengelerin yeniden bozulmasına ve fiyat indirimi beklentilerinin de zayıflamasına yol açtı.
Fiyatlama mekanizması
Türkiye’deki firmaların en çok zorlandıkları alanlardan biri fiyatlamadır. Yüksek enflasyon, dalgalanan kur, genel ekonomik büyümedeki volatilite, tedarik-üretim-pazarlama planlamasını zorlaştırdığı gibi; fiyatlama mekanizmasını da bozar. Bu sorun özellikle kârlılığın çok da yüksek olmadığı sanayi sektörlerinde daha net hissediliyor.
Türkiye’de sanayi sektörlerinin fiyatlama sistematiğindeki zayıflığın temelinde birçok neden var. Fakat ‘bazı sektörlerdeki ithalat eğiliminin yüksek olması, fiyatlamayı zorlaştıran faktörlerin başında geliyor’ diyebiliriz. İthal girdi oranının yüksekliği, kur hareketlerinin büyük oranda ürün maliyetini etkilemesine zemin hazırlıyor. Bu nedenle kurlardaki oynaklık, Türkiye’deki üreticileri, başka herhangi bir ülkedeki üreticilerden daha olumsuz etkiliyor. 2020’nin Ekim-Kasım döneminde kurlar yüksekken ithal edilen hammadde ve ara girdiler ile üretilen bir malı, iki ay sonra kurlar düştüğü için ucuza satmak mümkün değil. Bu durum hem üreticiyi, hem tüketiciyi zorda bırakıyor.
İşin ihracat boyutu da var
Kamuoyundaki yaygın kanaatin aksine, kurlardaki yükselişin Türkiye’nin ihracatı üzerinde kayda değer bir pozitif etkisi yok. Yani ‘kurlar yükselirse (TL değer kaybederse), ihracatımız da o kadar artar’ doğru bir yargı değil. Yükselen kurun ihracat üzerindeki etkisi oldukça cüz’i ve geçici bir etki. Nitekim, tekstil ve hazır giyim sektörlerinde küresel tedarik zincirlerinde yer alan firmalarımız bunu en yakından deneyimleyenler arasında. Bu üretici-ihracatçıların, bir de kurlar düştüğünde döviz bazlı fiyatlamalarının zorluğunu tasavvur edin.
Ne yapmalı?
Firma tarafına baktığımızda, çok önemli gördüğüm üç önlem sayabilirim:
1. Klasik olacak ama; yöneticilerin sürekli geciktirdikleri, erteledikleri hedge etme enstrümanlarına ağırlık vermeleri gerekiyor.
2. Firmalarımızın yıllardır vazgeçemedikleri düşük maliyet-düşük fiyata dayanan rekabet anlayışından çıkıp, katma değer odaklı (marka-Ar-Ge–tasarım–inovasyon) çalışmalara dönmeleri gerekiyor. Mevcut rekabet anlayışıyla kur sorunu bir gün bitse bile kalıcı başarı yakalamak mümkün değil
3. Firmalarımızın önemli zaaflarından biri ölçeklerinin çok küçük olması. Küçük kalmak, üretim-finansman-depolama ve lojistikteki birim maliyetlerinin büyümesine neden oluyor.
Kamu tarafına baktığımızda ise şunları sıralamak mümkün:
1. İstikrarlı ve sanayi odaklı büyüme politikası izlemeliyiz. Son yıllarda büyümedeki volatilite yüksek seyrediyor ve bu da mikro bazda dengeleri oturtmakta firmaları zorluyor. Büyümenin sektörel dağılımı homojen değil.
2. Düşük enflasyonun yeniden bir numaralı önceliğimiz olması gerekiyor. Enflasyon düşmediği müddetçe güçlü bir ekonomik bünye oluşturmamız zor.
3. Çok güçlü ve orta vadeli bir tarımsal atılıma ihtiyacımız var. Sadece gıda enflasyonu nedeniyle değil, üretim, istihdam, cari açık gibi ana olgular için de tarımsal üretimin artması büyük bir momentum yaratır. Tarım sadece tarım değil. Üretim artışı, tekstil ve hazır giyimden mobilyaya, kimyadan otomotive kadar pek çok sektör için bir katalizör olacaktır.