Ece Gözen: Doğayla işbirliği içinde sürdürülebilir bir moda sektörü mümkün

20-04-2021

Moda endüstrisinin birçok bölümünde edindiği 10 yıllık tecrübenin ardından kendi markasıyla yola devam eden Ece Gözen, genç ve yetenekli bir tasarımcı. Gözen, modada sürdürülebilirlik meselesine kafa yormakla kalmayıp Gozen Institute’teki laboratuvarında ekibiyle birlikte vegan deri, biyoplastik gibi sürdürülebilir materyaller tasarlayıp üretiyor.

Moda sektöründe gelecek nesilleri ve çevreyi gözeten işlere imza atıyorsunuz. Her şey nasıl başladı; sizi yakından tanıyabilir miyiz?
Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi Moda ve Tekstil Tasarımı Bölümü’nden mezun olduktan sonra 10 yılı aşkın moda endüstrisinin her noktasını deneyimledim. 2013 yılında kurduğum markamla, yarattığım koleksiyonlarla, tüketim çılgınlığını ve milyonlarca kişiyi kendine çeken moda olgusunu daha akıllıca kullanma peşinde oldum. Kariyerime doğayı, sanatı, bilimi ve teknolojiyi yenilikçi fikirlerle harmanladığım ‘multidisipliner’ vizyonumu yansıtarak hazırladığım ilk koleksiyonumla Vogue Italia tarafından ‘en vizyoner tasarımcı’ seçilerek başladım. 2013 yılından bu yana koleksiyonlarım organizatörlerin özel davetleriyle Mercedes Benz Fashion Week Istanbul, Mercedes Benz Fashion Week Berlin, Who’s Next Paris, Tranoi Paris’te küresel moda dünyasının beğenisine sunuldu. 10’u aşkın global ve lokal markayla işbirliği yaptım. Vogue, CFE London, Koza, Toyp, Elle Style Awards’tan birçok önemli ödül kazandım.

Oluşturduğunuz sürdürülebilir model nasıl çıktı ortaya?
Tüm bu deneyimlerimin ardından aslında hep içinde bulunduğumuz evreni anlama, sahip olduğum doğayla kopardığımız bağları onarma ihtiyacını barındıran bir tasarım felsefesini çok daha geliştirerek başka bir boyuta taşıma isteğimin olduğunu fark ettim. İçinde bulunduğum moda sektörü ise hepimizin bildiği gibi son yıllarda bu bağın kopmasına neden olan sektörlerin başında geliyordu. Moda ve tekstil endüstrisinin dünyada yarattığı kirliliğe çözüm olarak tasarım, biyoteknoloji ve sanata odaklanarak yeni bir sürdürülebilir model oluşturdum ve bir kadın girişimci olarak Gozen Institute’ü kurdum. Vizyonumu ve Gozen Institute’ü Samsung, Nike gibi birçok global marka gerçekleştirdiğimiz projelerle destekledi. Şu an ekibimle Gozen Institute’teki laboratuvarımızda tekstil endüstrisi için ürettiğimiz yeni dünyanın sürdürülebilir biyomalzemelerini geliştirmek ve küresel markalarla, üreticilerle biyotasarım ve malzeme prototipleri geliştirmek için yoğun şekilde çalışıyoruz. Aynı zamanda bu konudaki bilinci artırmak amacıyla multidisipliner olarak çalıştığımız biyofilik bilim-sanat projelerimizi de çalışmalarımıza paralel olarak devam ettiriyoruz.


Probleme materyalden başlayan bir çözüm modeli sunuyor

Modada sürdürülebilirliği sizin baktığınız yerden nasıl özetlersiniz?
Dünyaya en çok zarar veren endüstrilerin başında gelen moda ve tekstil endüstrisinin yarattığı ümitsiz tabloda her zaman Buckminster Fuller’in sözü aklımdaydı: “Var olan gerçeklikle savaşarak asla bir şeyleri değiştiremezsiniz. Bir şeyi değiştirmek için mevcut modeli geçersiz kılacak yeni bir model inşa edin.” Benim modelim ise probleme en derin kaynağından yani materyalden başlayan bir çözüm modeli sunabilecek kurucusu olduğum Gozen Institute oldu.

Önemli üreticilerin, markaların, kurumların daha ‘yeşil’ bir moda için aldıkları aksiyonları nasıl değerlendiriyorsunuz?
Olumlu etkiler var. Bu noktadan sonra hiçbir sektör eski alışkanlıklarıyla devam edemez, etmemeli. Moda sektörü de döngüselliğe ve sürdürülebilirliğe doğru geçişin öncüsü olan bir sektör. Alınan aksiyonlar, geri dönüşümden ziyade en başında materyal ve üretim süreci odaklı olmalı. Aynı zamanda sürdürülebilirlik ve modanın geleceğinin farklı platformlarda konuşuluyor ve anlatılıyor olması da bu aksiyonların altının doldurulabilmesi açısından çok önemli olduğunu düşünüyorum.

Gozen Institute’te ne tür çalışmalar yürütülüyor?
Türkiye’de moda, tasarım, biyoteknoloji ve sanatı birleştiren ilk kurum olarak kurduğum Gozen Institute’teki laboratuvarımızda ekibim ve ben geleceğin sorumluluğunu alan, her aşamada seçimlerimizi sorguladığımız geleceğin sürdürülebilir yeni biyomateryallerini ve tasarımlarını üretiyoruz. İçeriğinden, üretim yöntemine ve kullanım döngüsüne kadar tamamen inovatif ve geleceğe hizmet eden yeni bir materyal dünyasını tasarlıyoruz. Alışık olduğumuz dünya düzenindeki materyal üretiminde ham madde olarak kullanılan petrol, hayvan ya da bitkilerin yerine doğrudan mikroorganizmalarla işbirliği yapıyoruz. Doğanın kendisiyle yaptığımız bu işbirliği sayesinde kimyasalsız, üretiminde litrelerce suya gerek duymayan, çevreyi kirletmeyen, üretim sürecine dahil olan hiçbir canlıya zarar vermeyen ve sömürmeyen biyomateryaller yetiştirebiliyoruz. Ürettiğimiz bio-materyaller belli bir yaşam döngüsü olan, ömrünü tamamladığında biyolojik olarak çözünen ve toprağa atıldığında doğaya kaynak olarak tekrar dönen böylece de doğanın ritmine ve döngüselliğine uyumlu tekstiller. Aynı zamanda laboratuvarımızda biyosanat çalışmalarına da bir yandan devam ediyoruz. Bu üretimlerim ise mayıs ayında Contemporary Istanbul’un teknoloji, bilim ve sanat kapsamında bir parçası olan Plug-in’de sergilenecek.


Yüzde 100 vegan deri

Vegan deri ürettiniz değil mi, ne zaman göreceğiz?
Gozen Institute Lab kendi ilhamından beslenen bir yapıdan yola çıkıp çok daha profesyonel bir ortama taşındı ve ekibimle yaptığım çalışmalar sonucunda yüzde 100 vegan, toksik kimyasalsız, sürdürülebilir derilerimizi ürettik. Artık deri adına hayvanların katledilmediği bir dünyada yaşamak için her şey hazır ve biz de biyomateryallerimizi çok yakın bir zamanda dünyayla paylaşmak için çok heyecanlıyız.

Biyo-plastik üzerine de çalışıyorsunuz. Bu iki temel konunun moda dünyasına yansımalarını nasıl hayal ediyorsunuz?
Plastik, ucuz ve kolay ulaşılabilir olması sebebiyle çokça kullanılan bir malzeme fakat antroposen çağında 34 milyon metrekare genişliğinde 7 milyon ton ağırlığında plastik yığınından yedinci kıtayı oluşturmuşken, artık bu tüketimin durdurulması gerekiyor. Gozen Institute Lab’de geliştirdiğimiz biyoplastik başlıca paketleme ve giyim olmak üzere birçok alanda kullanılabilir. Toprakta çözünen, suya atıldığında su ekosistemini besleyen, plastiksiz ve kimyasalsız hem de atıklardan ürettiğimiz bir materyal olarak biyoplastik, plastiğin yarattığı tüm sorunlara çözüm sunuyor. Biyotasarımda bildiğimiz ‘doğayı taklit eden ya da ilham alan tasarımın’ aksine, tasarıma direkt olarak biyolojik sistemleri entegre ediyoruz. Laboratuvar ortamında mantarlar, algler, maya, bakteriler ve kültürlenmiş doku gibi canlı materyalleri kullanımını içeren yeni bir tasarım hareketi diyebiliriz. Bu noktada bir biyotasarımcı olarak tasarım sürecinde doğayla ve canlı organizmalarla işbirliği yaparak, tasarımın dilini doğanın kendini ifade ediş biçimiyle birleştiriyorum aslında. Amaç, tasarım bazlı bir doğa yerine doğa bazlı bir tasarım disiplini oluşturmak ve yok etmeden yaratmak.

Ürettiğiniz biyomateryalleri nasıl koruyorsunuz?
Gozen Institute olarak ürettiğimiz biyomateryallerimiz tüm hukuksal alt yapısıyla birlikte patentli olarak korunuyor. Bu açıdan iş modelimizi ve stratejimizi belirlerken tüm haklarımızı korumak üzerine özellikle önem gösterdik.

Buluşlarınızı endüstriyel skalada ne zaman kullanabileceğiz, belirli bir standardizasyonu olacak mı?
Laboratuvarımızda belli bir ölçeğe ve standardizasyona getirdiğimiz biyomateryallerimizi bir üst seviyeye çıkarmak için yerli ve yabancı birçok marka ve üreticilerle yaptığımız görüşmelerimiz sonucunda yakın bir süreçte endüstriyel skalaya da adapte olacak.

Biyoteknoloji alanında global anlamda bizleri önümüzdeki yıllarda neler bekliyor?
Özellikle pandemiyle beraber dünya genelinde de biyomateryal ve biyo tasarım konularındaki AR-GE çalışmaları, doğa temelli teknolojiler ve bu konuda yapılan yatırımlar arttı. Birkaç yıl içinde yapılan işbirlikleriyle ürün çıktılarını raflarda görebileceğimiz bir skalaya doğru ilerliyor. Gozen Institute olarak bizim de ürettiğimiz biyomateryallerimizin endüstriyel skalada kullanılması için markalar, üreticiler ve yatırımcılarla çalışmalarımız giderek hız kazanıyor. Bu nedenle planlarımız arasında ilk aşamada laboratuvarımızda ürettiğimiz yeni dünyanın materyallerini ve tasarımlarını dünyayla tanıştırmak var. Bunlar dışında online workshop çalışmalarımız ve eğitimlerimizin hazırlığı içerisindeyiz. İleri vadede ise Gozen Institute altyapısını çok daha geniş bir platforma taşıyacağımız çalışmalara kanalize olmuş durumdayız.

“Daha yavaş olmayı, daha yavaş tüketmeyi öğreniyoruz”
Artık bilinçli olmayı, doğaya daha fazla saygı duymayı, daha ‘yavaş’ olmayı ve ‘yavaş tüketmeyi’ öğrendiğimiz bir sürece giriş yaptık. Girdiğimiz bu süreci uzun yıllardır içinde olduğum moda ve tekstil sektörüyle de örneklendirmem gerekirse, artık bir kıyafet alırken hangi materyallerden yapıldığını araştırıyoruz ve eğer bir denim pantolon üretmek için 10 bin litre su harcandığı bilgisini içselleştirmişsek çok da ihtiyacımız olmayan sadece tarzı hoşumuza gittiği için almayı ‘arzu ettiğimiz’ dördüncü, beşinci denim pantolonu almıyoruz. Dolayısıyla bundan sonra en çok yaşantımızda ‘tercihler’ konusunda farklılıklar yaşanacağına inanıyorum. Y, Z ve Alpha kuşaklarının da benimsediği, dünyanın daha sürdürülebilir bir yer olması için yapılacak tercihlerin önemi giderek daha da görünür hale gelecek. Gozen Institute olarak bizler de araştırmalarımız ve çalışmalarımız kapsamında sürdürülebilir tercihler için yeni biyomateryaller geliştirerek tekstil endüstrisinin ve kişilerin ihtiyaç duyduğu çevreci çözümleri ve seçenekleri üretiyoruz.


Diğer Haberler