İklim değişikliğinin izini süren kurum: CDP
Dünyanın en büyük çevre raporlama platformu CDP (Carbon Disclosure Project) Türkiye Projeler Yöneticisi ve Sabancı Üniversitesi Kurumsal Yönetim Forumu’ndan Mirhan Köroğlu Göğüş, “CDP’ye yanıt veren şirketlerin her sene iklim değişikliği ve çevre konusunda daha iyi performans gösterdiğini görüyoruz. Bu etkileri iyi yöneten şirketler, yatırımcıların gözünde daha az riskli olarak değerlendiriliyor” diyor. Göğüş ile CDP’yi, 2020 yılı dünya ve Türkiye verilerini, çevresel risk yönetimini konuştuk.
CDP (Karbon Saydamlık Projesi) dünyanın en büyük çevre raporlama platformu. Neler yapıyor, nasıl bir işleyişi var?
CDP, şirketlerin ve şehirlerin doğal kaynakları ve doğal sermayeyi nasıl kullandıklarını, faaliyetleriyle sınırlı kaynakların yeniden üretimini nasıl etkilediklerini ve bu alandaki riskleri nasıl yönettiklerini yatırımcılara ya da tedarik zincirlerindeki büyük satın alıcılara raporlayarak aracılık eder. 2010 yılından bu yana Sabancı Üniversitesi Kurumsal Yönetim Forumu çatısı altında Türkiye operasyonlarını yönettiğimiz CDP, iklim değişikliğinin etkilerini azaltmak ve doğal kaynakları korumak amacıyla iş dünyasının işleyiş şeklini değiştirmek üzere çalışıyor, şirket raporlarını karşılaştırılabilir hale getiriyor ve ilgi alanındaki uluslararası raporlama standartlarını geliştirmeyi hedefliyor.
CDP, 2020 yılı itibariyle, 106 trilyon dolar değerindeki varlığı yöneten 515 yatırımcı adına hareket ediyor ve dünyanın önde gelen şirketlerine çevresel politikalarını açıklamaları için çağrıda bulunuyor. Şirketlerin, yatırımcıların ve hükümetlerin iklim değişikliği tehdidine karşı önlem almalarını sağlayacak bilgileri toplamak ve paylaşmak amacıyla başlatılan CDP aracılığıyla bugün 9 bin 500 civarı şirket ve 800’den fazla şehir sera gazı emisyonları, iklim değişikliği stratejileri ve sürdürülebilir su kullanımıyla ilgili verilerini kamuoyuna ve yatırımcılara gönüllü bir şekilde açıklıyor. Yatırımcılar ve büyük satın alıcılar adına toplanan veriler, CDP tarafından hazırlanan analizler ve raporlar yardımıyla iş, yatırım ve politika yapım süreçlerinde kullanılıyor.
Şirketler neden her sene CDP kapsamında çevresel verilerini açıklıyor?
Toplumun ya da bilimin farkına varmış olduğu riskleri iyi tanımlayamayan ve yönetemeyen şirketler piyasa, regülasyon ve itibar riskleriyle karşı karşıya kalıyor. CDP, şirketler için güçlü uluslararası ilişki ağı, sürekli geliştirilen soru setleri, raporlama standartları ve rehber dokümanlarıyla bu süreçte bir yol haritası görevi üstleniyor. CDP’ye yanıt veren şirketlerin her sene iklim değişikliği ve çevre konusunda daha iyi bir performans gösterdiğine şahit oluyoruz.
Sürdürülebilir bir finansal performansı hedefleyen şirketler uzun vadeli düşünmek zorunda. Küresel veriler, finansal olmayan konulardaki şeffaflığın uzun dönemli finansal performans ile çok yakın ilişkide olduğunu gösteriyor. Özellikle Paris süreci sonrasında hızlanan ekonomik dönüşümün de etkisiyle, CDP’nin çağrısına yanıt veren ve vermeyen şirketler arasında önemli performans farklılıkları ortaya çıkıyor.
Her geçen yıl, uluslararası yatırımcıların portföylerinde yer alan şirketlerden, büyük satın alıcıların da tedarikçilerinden beklediği çevresel raporlama ve performans talep baskısı gitgide artıyor. Küresel riskleri ve bunların şirketlerine olan etkilerini iyi yöneten şirketler, yatırımcıların gözünde ‘daha az riskli’ olarak değerlendiriliyor. Riskleri zamanında fark edip ürün tasarımı, üretim ve tedarik zinciri stratejilerini buna göre uyarlayan şirketler uzun vadeli yatırımcılar için daha güvenli hedefler. CDP, yatırımcıların şirketler üstündeki gücünü bir kaldıraç olarak kullanıyor.
CDP şeffaflığın bir adım ötesine geçerek, şirketlere aksiyona geçmeleri için nasıl çağrı yapıyor?
CDP, tüm dünyada, sadece iklim değişikliği, su yönetimi ve ormansızlaşma gibi ana programlarıyla değil, başını çektiği birçok kampanya ve çevre hareketiyle de iş dünyası ve politika yapım süreçleri üzerindeki etkisini her geçen yıl artırıyor. CDP, sürdürülebilirlik gündemine odaklı birçok küresel inisiyatifle işbirliği içinde çalışıyor ve özellikle çevre konusunda yönlendirici bir otorite olarak tüm girişim ve örgütlere destek veriyor.
2015 yılında, Finansal İstikrar Kurulu, ekosistemleri ve insan sağlığını bozan, öngörülemeyen iş kayıplarına neden olan ve şirketler için ciddi riskler oluşturan kalıcı çevresel sorunlara dur demek için, İklimle Bağlantılı Finansal Beyan Görev Gücü’nü (TCFD) kurdu. CDP, 2018 yılında iklim değişikliği soru setini TCFD’nin yönergeleriyle uyumlu olacak şekilde güncelledi. CDP’nin soru setini TCFD ile uyumlaştırması, CDP’ye yanıt veren şirketlerin yıllık raporlarında kullanabilecekleri iklim ve doğal sermaye verilerinin hazır olması ve böylece raporlama yükümlülüklerinin azalması anlamına geliyor.
CDP olarak sürdürülebilirlik raporlaması standartları için piyasa temelli ve küresel olarak uyumlaştırılmış bir çözümün geliştirilmesi adına uzun yıllardır çalışıyoruz. Sundukları çerçeveler, standartlar ve platformlarla sürdürülebilirlik raporlaması ve entegre raporlamanın önderliğini yapan beş global kuruluş: CDP, Climate Disclosure Standards Board (CDSB), Global Reporting Initiative (GRI), Integrated Reporting (IIRC), Sustainable Accounting Standards Board (SASB) bir araya gelerek kapsamlı kurumsal raporlamanın gereklilikleri için bir ortak vizyon geliştiriyor. Bu kapsamda, 2020 yılında, bu beş global kuruluş Paris Anlaşması’nın beşinci yıldönümünde İklimle İlgili Finansal Açıklama Standardı prototipini sundu.
Paris sürecinde uluslararası yatırımcıların, portföylerindeki kirletici şirketleri ve emisyon yoğunluğu yüksek sektörleri temizlemeye yönelik başlattıkları ‘Portfolio Decarbonisation’ hareketinin önderlerinden CDP, dünyada son yıllarda en çok ses getiren çevre girişimi olan ‘We Mean Business’ın da ana ortağı.
Şirketler için hayati önem taşıyan bir diğer konu ise Paris Anlaşması’nda öngörülen ve küresel sıcaklık artışını 1.5°C ile sınırlamak için gereken karbonsuzlaşma seviyesine uygun ‘Bilime Dayalı Hedefler’ (Science Based Targets) belirlemek. CDP, UN Global Compact, UNFCCC, UNEP, WRI gibi kurumların ortaklığında kurulan Bilime Dayalı Hedefler Girişimi (SBTi) bu çalışmaların yürütülmesinden sorumlu. Bu kapsamda Türkiye’de ilk eğitimleri veren ve bilinç oluşturma çalışmaları yapan CDP, soru setlerinde de SBT ile ilgili bir dizi soruya yer veriyor ve şirketleri bilime dayalı hedef koyma konusunda teşvik ediyor.
CDP, 2020 yılında Türkiye’de nasıl sonuçlar elde etti?
Türkiye’den her geçen sene daha fazla şirket, CDP aracılığıyla yatırımcıları ve tüm paydaşlarına çevresel etkilerini şeffaf şekilde açıklamaya, raporlamalarının kalitesini yıldan yıla artırmaya ve çok daha uzun vadeli hedefler koymaya devam ediyor. Özellikle son 10 yılda ivme kazanan bu değişime Türkiye’deki şirketlerin de hızla adapte olduğunu görüyoruz.
2020 yılında Covid-19 salgınına rağmen hem dünyada hem de Türkiye’de şirketler CDP raporlamasına devam etti ve raporlamalarının kalitesini artırdı. 2019 senesine kıyasla bu sene rekor bir artışla 9 bin 600 şirket CDP raporlaması yaptı. Türkiye’de de pandeminin CDP’ye yanıt veren lider şirketlerin sürdürülebilirlik kapsamındaki çalışmalarını durdurmadığı görüldü. Geçen seneye göre yüzde 11’lik artışla bu sene Türkiye’den 60 şirket CDP İklim Değişikliği Programı’na yanıt verdi. CDP Su Güvenliği Programı kapsamında ise bu rakam yüzde 13’lük artışla 36’ya yükseldi. 2020’de CDP, hem dünyada hem de Türkiye’de şimdiye kadarki en yüksek raporlama rakamlarına ulaştı.
Bu gelişmenin en iyi göstergesi derecelendirme sonuçları. CDP metodolojisine göre A ve B notunu alan şirketler, iklim değişikliğiyle ilgili konuların yönetimi ve bu konuda liderlik gösterme seviyesine ulaşmış, raporlama yaparak şeffaflığı sağlamanın yanı sıra çevresel performansını da artırmayı başarmış şirketler. 2020 yılında, Türkiye’de A ve B bandında derecelendirme notu alan şirket sayısı artış göstererek iklim değişikliği kategorisinde toplamda 36’ya, su güvenliği kategorisinde ise 29’a ulaştı. Türkiye’de Garanti BBVA, CDP Global İklim değişikliği A listesine girdi. Tekfen Holding ise hem CDP Global İklim Değişikliği ve hem de CDP Global Su A listesine girerek dünyadaki 63 şirketten biri olmayı başardı. İklim Değişikliği ve Su kategorisinde ‘A-’ puanı alan Türkiye’den toplam 13 şirket de CDP Türkiye liderleri kategorisinde yer aldı.
CDP İklim Değişikliği Programı’nda hangi ana bulgulara ulaştınız?
Çevresel sorunların kurumsal sosyal sorumluluk çerçevesinde ele alınmasının ve sadece belirli departmanlar tarafından yönetilmesinin önüne geçmek ve iklimle ilgili konuların tüm şirket çapında ele alınmasını sağlayabilmek adına, iklim değişikliği konusunun C-seviye pozisyonlarda yer alan kişiler tarafından yönetilmesi önemli. Türkiye’de neredeyse tüm şirketler (yüzde 98), iklimle ilgili konuların yönetim kurulu düzeyinde ele alındığını raporlamış olsa da, kritik öneme sahip C-seviye yöneticilerin rolü halen yeterli oranda değil (yüzde 56). Yanıt veren şirketlerde, çevresel hedeflere ulaşılmasını sağlamak için üst düzey yöneticilere teşvikler sunmak, iklim değişikliğiyle ilgili yerleşmiş bir uygulama haline geldi (yüzde 93) fakat su güvenliği için bu alan henüz gelişmeye devam ediyor (yüzde 59).
Türkiye’deki şirketlerin yüzde 87’si raporlama yılında en az bir aktif emisyon azaltım girişimi olduğunu bildirmiş durumda. Şirketlerin yarıdan fazlası (yüzde 54), bu girişimlerin üretim süreçlerinde enerji verimliliğini artırmakla ilgili olduğunu kaydediyor. Karbon emisyonlarından tasarruf etmek için büyük bir potansiyele sahip olan binalardaki enerji verimliliğiyle ilgili girişimlerini raporlayan şirket oranı ise
yüzde 48.
Türkiye’de karbon emisyonu raporlanmasında ulaşılan nokta umut verici. Yanıt veren şirketlerin yüzde 65’i karbon emisyonlarında önceki yıla göre azalma tespit etti. Şirketlerin emisyon raporlamasının 10 yıllık gelişimine baktığımızda uygulanan strateji ve alınan aksiyonların emisyon azaltımı noktasında işe yaradığı görülüyor.
Türkiye’de, Paris İklim Anlaşması çerçevesinde ileriye dönük mekanizmalar nasıl çalışıyor sizce?
Paris Anlaşması’nın temelini oluşturan bilime dayalı aksiyonların hayata geçirilmesi için Türkiye’deki şirketlerin daha fazla çaba göstermesi gerekiyor. Düşük karbonlu ekonomiye geçişi planlamak adına ileriye dönük mekanizmaları uygulayan şirketlerin sayısı Türkiye’de hâlâ düşük seviyelerde:
Bilime dayalı hedefler şirketlerin iklim değişikliğinin etkilerine hazırlıklı olma ve sürekli değişen düzenlemeler ve iş yapış kurallarına uyma konusunda becerikliliği artıran bir uygulama. Fakat Türkiye’de CDP’nin de kurucu ortaklarından biri olduğu Bilime Dayalı Hedefler Girişimi (SBTi) tarafından hedefi onaylanmış iki şirketimiz var: Arçelik ve Kayseri Ulaşım. Bu iki şirket, hedefleri SBTi tarafından onaylanan tüm dünyadaki 600 şirket arasına girmeyi başardı. CDP raporlaması yapan diğer altı şirket ise iki yıl içerisinde bilime dayalı bir hedef belirleyeceği konusunda SBTi taahhüt mektubunu imzalamış durumda.
Emisyon azaltım hedefleri belirlemek Türkiye’deki şirketler için standart bir iş uygulaması haline geldi ve hedef belirleyen şirketlerin oranı yüzde 80’e ulaştı. Bununla birlikte, yenilenebilir enerji tüketimi (yüzde 19) veya üretimiyle (yüzde 9) ilgili hedef belirleyen şirket sayısı son derece düşük.
Emisyon ticaret mekanizmaları veya karbon vergileri gibi olası maliyetlere hazırlıklı olmak adına Türkiye’de şirketlerin yüzde 41’i dahili bir karbon fiyatı kullandığını bildirmiş durumda (2019’da yüzde 27’ydi). Şirketlerin beşte biri ise önümüzdeki iki yıl içinde karbon fiyatı uygulamasına geçeceğini söylüyor. Rakamlardaki bu artış büyük ölçüde karbonu doğrudan veya dolaylı olarak fiyatlandıran düzenlemelerin hızla artmasından ve paydaşlardan gelen baskıdan kaynaklanmakta.
Türkiye’deki tüm şirketler (yüzde 100) iklim değişikliğini iş stratejilerine entegre ettiklerini ifade etseler de, iklimle ilgili risk ve fırsatların stratejik etkilerini anlamak adına iklim değişikliği senaryo analizi yapan şirketlerin oranı yüzde 72.
Şirketler bu alanda risk yönetimi konusunda başarılı mı?
Şirketlerin yüzde 46’sı, iklimle ilgili riskleri yönetmek ve fırsatlardan yararlanabilmek adına uzun vadeli iş stratejilerini destekleyen düşük karbonlu bir geçiş planı geliştirmiş durumda. Geçen yıla göre bu önemli artış (2019’da bu oran yüzde 16’ydı), Türkiye’deki şirketlerin iklimle ilgili risklere yanıt vermek, sürdürülebilir ve düşük karbonlu bir ekonomiye geçişte fırsatlar yaratmak için doğru adımlar attığını kanıtlıyor. Risk değerlendirmesi, şirketlerin güvenlik açıklarını anlamalarına ve en çok ihtiyaç duyulan yerlerde uygun önlemleri almalarına yardımcı olan önemli bir süreç. Türkiye’den raporlama yapan şirketler tarafından tespit edilen risklerin potansiyel finansal etkisi toplam 37 milyar dolar ve bu risklere müdahale etmenin maliyeti ise 1 milyar dolar olarak raporlanmış. Yanıt veren şirketler tarafından belirlenen toplam risk sayısı ise 385.
Şirketler tarafından en yaygın raporlanan risk türü, düzenlemeler ve regülasyonlarla ilgili (%65). Bu durum karbon piyasaları ve karbon vergilerine ilişkin son zamanlarda hayata geçen ulusal ve uluslararası gelişmelere atfedilebilir. Raporlanan akut (yüzde 59) ve kronik (yüzde 46) fiziksel riskler, tüm Türkiye’yi etkileyen sıcaklık artışları ve aşırı değişken hava koşullarıyla ilişkilendirilebilir. Şirketler tarafından en fazla raporlanan risk faktörü ise, karbon fiyatlandırma mekanizmaları olarak karşımıza çıkıyor (yüzde 59). Küresel ve yerel düzenlemelerin artışı göz önüne bulundurulduğunda bu durum şaşırtıcı değil.
Şirketler, kritik riskleri yönetmek için değer zincirlerini tamamen iş yapış süreçlerinin içine dahil etmeli ve bu süreçleri düzenli şekilde takip etmeli. Türkiye’de şirketlerin yüzde 89’u iklim değişikliğiyle ilgili konularda değer zincirleriyle iletişim halinde olduğunu belirtirken, yalnızca yüzde 30’u iklimle ilgili tedarikçi katılım stratejisinin ayrıntılarını paylaşıyor.
Şirketlerin tanımladığı risk ve fırsatların potansiyel finansal etkilerine baktığımızda, risklerin ilk sırasında artan operasyonel maliyetler geliyor. En çok raporlanan potansiyel finansal fırsat ise şirketlerin sunduğu ürün ve servislerin artan talebine bağlı olarak gelirlerin artışı olarak raporlanmış.
Su krizine ayrı bir önem veriyorsunuz. CDP Su Güvenliği Programı’nda elde ettiğiniz ana bulguları aktarır mısınız?
Dünyadaki su krizinin boyutları her geçen gün artıyor. Türkiye’de 2020 yılında raporlanan risk altındaki işlerin toplam değeri 733 milyon dolar olarak raporlandı. Ancak, yanıt veren şirketlerin yüzde 44’ü karşılaştıkları risklerin finansal değerini henüz hesaplayamadığı için bu rakam eksik bir tahmin olabilir.
Türkiye’de raporlama yapan şirketlerin yüzde 91’i suyla ilgili risk değerlendirmesi yaptığını raporlamasına rağmen, şirketlerin yalnızca yüzde 26’sı suyun operasyonları üzerinde zarar verici etkileri olduğunu raporladı. Bu durum bize birçok şirketin su risklerine ne aşamada ve ne derecede maruz kaldıklarını net bir şekilde belirleyemediğini gösteriyor.
Çoğu şirket, geri dönüşüm ve yeniden kullanım yoluyla su tüketimini azaltmaya çalışıyor. Ancak bu çabalara rağmen, endüstriyel faaliyetlerde su ihtiyacı azalmıyor. Türkiye’den yanıt veren şirketlerin yüzde 29’u su tüketimlerinin bir önceki yıla göre daha düşük olduğunu ölçerken, yüzde 32’si artış bildirmiş. Yanıt veren şirketlerin yüzde 44’ü geçen seneye oranla su kaynaklarından daha az su çektiklerini bildirirken, yüzde 29’u bir önceki yıla göre artış raporlamış. Su çekimindeki artış için şirketlerin raporladığı en yaygın sebep ise üretimin artması.
Yanıt veren şirketlerin yüzde 53’ü çektikleri suyun yarıdan fazlasını su sıkıntısı olan bölgelerden çektiklerini raporlamış. Bu oranda geçen seneye göre ciddi bir artış olduğunu görüyoruz (2019’da yüzde 39’du). Ayrıca çekilen suyun çoğu üçüncü tarafların kaynaklarından sağlanmakta (yüzde 71) ve yine suyun çoğu üçüncü tarafların alanlarına deşarj edilmekte (yüzde 76). Bu durum suyun operasyonlar veya tesis düzeyinde şirket sınırlarını aşan bir konu olduğunu kanıtlıyor.
Suyla ilgili düzenleyici çerçeveler veya regülasyonlar, Türkiye’de şirketlerin suyla ilgili risk değerlendirmelerinde en çok dikkate aldıkları konu olarak karşımıza çıkıyor. Havza düzeyinde yapılan değerlendirmelerde, yerel toplulukların ve diğer yerel su kullanıcılarının faaliyetlerinin ve ihtiyaçlarının anlaşılması ve gözetilmesi gerekli. Türkiye’de şirketlerin yüzde 71’i nehir havzası yönetimi yetkililerini değerlendirmelerde göz önünde bulundurduğunu belirtirken, yüzde 88’i ise bu süreçlere yerel toplulukları dahil ettiklerini raporlamış durumda.
Su risklerine maruz kalan şirketlerin, doğrudan operasyonları ve tedarik zincirleri dahil olmak üzere tüm şirket ve operasyonlarını kapsayan risk değerlendirmeleri yapmaları gerekiyor. Ancak Türkiye’de şirketlerin yalnızca yüzde 35’i bu yüksek standarda ulaşmış durumda.
Fiziksel riskler, doğrudan operasyonlarda (yüzde 77) ve değer zincirinde (yüzde 38) en çok raporlanan risk türü. Doğrudan operasyonlarda, fiziksel riskler çoğunlukla artan işletme maliyetleri (yüzde 29) ve üretim kapasitesindeki azalma veya kesintinin (yüzde 15) bir sonucu olarak raporlanmış. Artan işletme maliyetleri aynı zamanda doğrudan operasyonlarda tanımlanan risklerin en çok bildirilen potansiyel etkisi (yüzde 38); değer zincirinde ise en çok raporlanan risk faktörleri kuraklık (yüzde 15) ve artan su kıtlığı (yüzde 9).
Şirketlerin yüzde 82’si suyla ilgili bir hedef belirlerken, yüzde 56’sı daha önce belirlenen hedeflerin yarısından fazlasının raporlama yılında gerçekleştirdiğini bildiriyor. Şirketin çevresel etkilerinin azaltılması (yüzde 50) ve su korumacılığı (yüzde 32) hedeflerin arkasındaki ana motivasyon kaynakları olarak raporlanmış.
COVID-19 salgını, tedarik zincirlerinin ne kadar kırılgan ve karmaşık olabileceğini ortaya çıkarttı ve bu süreçte riski doğru değerlendiren ve değer zincirlerini süreçlere dahil eden şirketlerin stratejik olarak bir adım öne çıktığını gördük. Türkiye’den yanıt veren şirketlerin yüzde 76’sı değer zinciriyle su konusunda etkileşim halindeyken, yalnızca yüzde 24’ü tedarikçilerin yarısından fazlasından su kullanımları, riskleri ve/veya su yönetimi bilgileri hakkında raporlama yapmalarını talep ediyor.
CDP 2020 Türkiye Raporu’nun tamamına ulaşmak için:
http://cdpturkey.sabanciuniv.edu
Cdp’ye Türkiye’deki şirketlerden katılım artıyor
Şirketlerin gönüllü olarak dahil oldukları CDP İklim Değişikliği Programı’na Türkiye’den katılan firma sayısı her yıl artıyor. Yerli ve uluslararası yatırımcılar ve şirketlerin paydaşları tarafından yakından takip edilen değerlendirme sonuçları, firmaların hem marka değerinde önemli katkı sağlıyor; hem de gelecek stratejilerine yön veriyor. Programın paydaşlarıyla görüştük.
Dünyanın en büyük çevre raporlama platformu CDP’nin (Carbon Disclosure Project / Karbon Saydamlık Projesi), 2010 yılından beri Türkiye’deki partneri olan Sabancı Üniversitesi Kurumsal Yönetim Forumu, iklim değişikliğinin etkilerini azaltmak ve doğal kaynakları korumak amacıyla iş dünyasının işleyiş şeklini değiştirmek üzere çalışmalar yürütüyor. Türkiye özelinde yapılan çalışmalar kapsamında her yıl Borsa İstanbul (BIST) 100 endeksinde yer alan şirketlere CDP imzalı, yatırımcıları adına iklim değişikliği politikalarını açıklamaları için davet yollanıyor.
Şirketlerden toplanan veriler CDP’nin ödüllü derecelendirme metodolojisine göre değerlendiriliyor ve her yıl CDP Türkiye raporları hazırlanıyor, derecelendirmede lider olan şirketlere de ödüller veriliyor. CDP Türkiye’ye yanıt veren şirketler, bu platform sayesinde iklim değişikliği politikalarını uluslararası kurumsal yatırımcılarla paylaşma şansı yakalıyor.
Türkiye’den 60 şirket değerlendirmeye katıldı
CDP İklim Değişikliği Programı’na Türkiye’den yanıt veren şirket sayısı 2020 yılında 60’a yükseldi. CDP Türkiye İklim Değişikliği & Su Programı 2020 sonuçlarını göre; Türkiye’de A ve B bandında derecelendirme notu alan şirket sayısı artış göstererek, ‘iklim değişikliği’ kategorisinde toplamda 36’ya, ‘su güvenliği’ kategorisinde ise 29’a ulaştı. İklim Değişikliği ve Su kategorisinde Türkiye’den ‘A-‘ puanı alan toplam 13 şirket ‘CDP Türkiye Liderleri’ kategorisinde yer almayı başardı. 2019 yılında sadece bu kategoride altı şirket vardı.
CDP Türkiye İklim Değişikliği ve Su Raporu 2020’de; Albaraka Türk Katılım Bankası, Arçelik A.Ş. Aselsan, Kordsa Teknik Tekstil, İş Bankası, Brisa, Türkiye Kalkınma ve Yatırım Bankası A.Ş. CDP Türkiye İklim Değişikliği Liderleri arasındaydı. Aksa Akrilik, Arçelik, Brisa, Kordsa, Migros, Pınar Süt, Yapı ve Kredi Bankası A.Ş. de CDP Türkiye Su Liderleri oldu.
Kordsa’nın 2050 hedefi karbon nötr şirketi olmak
2020 yılı raporlama döneminde hem iklim değişikliği hem de su programı notunu B’den A-’ye çıkararak yönetim seviyesinden liderlik seviyesine yüklenen Kordsa, 2016 yılından beri CDP İklim Değişikliği ve Su Programlarına dahil oluyor. Sürdürülebilirliği merkezine koyan Kordsa, çevresel ve sosyal kalkınmayı dikkate alan iş modellerini hayata geçiriyor; karbon ayak izini azaltmak üzere çalışmalar yürütüyor.
Kordsa CEO’su Ali Çalışkan, bu hedef doğrultusunda yaptıkları çalışmaları sistematik olarak takip etmek ve şeffaf bir şekilde Kordsa’nın paydaşlarıyla paylaşmak amacıyla, CDP İklim Değişikliği ve Su Programlarına dahil olduklarını ifade ediyor. “Sürdürülebilir bir gelecek inşa etmek, gelecek nesillere karşı en önemli sorumluluğumuz” diyen Çalışkan, “Kordsa olarak, Karbon Saydamlık Projesi’nde küresel ortalamanın üzerinde bir notla dünyadaki öncü şirketler arasına girdik. 2050 yılında karbon nötr şirket olma hedefimize bağlı olarak da raporlama ve değerlemelerimize devam ediyoruz” diye konuşuyor.
Notlar sürdürülebilirlik çalışmalarına yön veriyor
Kordsa, karbon emisyonu ve su tüketimine ilişkin hedeflerine ulaşmak için değer zincirinin tümü dahilinde risk ve fırsatları değerlendiriyor, analiz ediyor. Bu değerlendirmeler içinde önemli yer tutan CDP İklim Değişikliği ve Su Programları da firmaların sürdürülebilirlik çalışmalarıyla ilgili ulaştıkları noktayı ortaya koyuyor, iyileştirmeleri gereken yönleri için rehber niteliği taşıyor.
Kordsa, Dünya ve Avrupa endüstri ortalamasının B olduğu 2020 raporlama döneminde, ortalamanın üzerindeki performansıyla iklim değişikliği ve su programlarıyla ilgili risklerini yönetme konusunda, değerlendirilen şirketler arasında yüzde 20’lik dilimde yer aldı. Firma Türkiye’de ise, iklim değişikliği ve su programlarında ilk üç lider arasında bulunuyor.
Raporlar yatırımcıların yakın takibinde
Açıklanan rapor, yapılan değerlendirmelerin detayları tüm paydaşlar tarafından da yakından takip ediliyor. İklim değişikliği ve su yönetimi gibi önemli konulara ilişkin riskleri şirketlerin büyüme planları içine dahil ederek güvenli bir gelecek inşa etmeleri artık paydaşların beklentileri arasında ilk sırada.
Şirketler de öncelikle dünyaya ve topluma karşı sorumlulukları nedeniyle, aynı zamanda rekabet güçlerini muhafaza edebilmek için stratejilerini ve eylemlerini bu doğrultuda planlamak durumunda. Diğer yandan çalışan hakları, etik ve sürdürülebilir tedarik uygulamaları da paydaşların öncelikli olarak takip ettiği konular arasında yer alıyor.
“Bu tür değerlemelerle hem çevresel risklerimizi kıyaslıyor, ölçüyor ve yönetiyoruz hem de marka itibarımızı sağlamlaştırıp, operasyonel verimliliğimizi artırıyor ve maliyetleri düşürüyoruz” diyen Çalışkan şöyle devam ediyor: “Bu notlar sayesinde rekabet avantajı elde ederken, artan riskleri belirleyebiliyor, yeni fırsatlar yakalayabiliyoruz. Kendimizi global standartlar dahilinde ölçümlüyor ve oluşturduğumuz yol haritamızı gerektiğinde güncellemek ve geliştirmek açılarından değerlendirmeler yapmayı sürdürüyoruz.”
Aksa Akrlik’ten şeffaflığa vurgu
2020 Türkiye sonuçlarında, su programı ve iklim değişikliği değerlendirmelerinde notunu birer puan artırarak A- ve B seviyelerine yükselten Aksa Akrilik de 2004 yılından beri her yıl sürdürülebilirlik raporu hazırlayıp, bu alandaki performansını tüm şeffaflığıyla paydaşlarıyla paylaşıyor.
Raporlama çalışmalarının ve elde edilen sonuçların yerel veya global yatırımcılar başta olmak üzere tüm paydaşlar tarafından takip edildiğine dikkat çeken Aksa Akrilik Yönetim Kurulu Üyesi ve Genel Müdür Cengiz Taş bu çalışmaların yatırımcı üzerindeki etkisini şöyle özetliyor: “Yatırımcılar, bir şirkete ilişkin karar mekanizmasını devreye aldığında elbette çok yönlü değerlendirmeler yapıyor. Özellikle CDP gibi uluslararası bir raporlama platformu aracılığıyla yapılan analizler, yatırımcının karar süreçlerinde rol oynayan unsurlardan biri. Çevresel etkilerini ölçümleyip çıktılarını raporlayan ve kısa-orta-uzun vadede yeni hedefler ortaya koyan firma profili, yatırımcıların şirkete duyduğu güveni besler nitelikte.”
“Ölçemezseniz, yönetemezsiniz”
Aksa Akrilik aynı zamanda Birleşmiş Milletler Küresel İlkeler Sözleşmesi imzacısı olarak sürdürülebilirlik alanında dünyanın en büyük inisiyatifi Global Compact üyesi. “Erişime açık raporlama faaliyetleriyle taahhütlerimizi yerine getirmeye yönelik çalışmalarımızın sosyal, ekonomik ve çevresel alanda yarattığı pozitif değeri sürdürülebilir kılıyoruz” diyen Taş, CDP’nin “Ölçemezseniz, yönetemezsiniz” mottosunun Aksa Akrilik’in de benimsediği politikayla benzerlik gösterdiğine dikkat çekiyor.
Aksa Akrilik’in öncelikleri arasında bulunan enerji verimliliğini maksimum düzeye taşımak, doğal kaynak tüketimini azaltmak, tasarruf sağlayan yatırımlar planlamak, çevresel etkiyi ölçüp tüm bunları denetleyebilmek adına CDP İklim Değişikliği ve Su Programı içinde yer alıyor. Bu sayede Aksa Akrilik’in faaliyetlerini uluslararası kriterlere göre gözden geçirme, en iyi uygulamalarla karşılaştırma ve iyileştirme alanlarını saptama şansı yakaladıklarını ifade eden Cengiz Taş “Böylelikle üzerinde daha fazla çalışmamız gereken, gelişime açık noktaları ortaya koyup kurum içinde de farkındalığı artırıyor ve iyileştirme alanlarımızı kolaylıkla belirleyebiliyoruz. Bu değerlendirmelerden elde ettiğimiz çıktıları, Aksa Akrilik’in gelecek stratejisine entegre ederek kendimize yol haritası belirliyoruz” diyor. Aksa Akrilik bu çerçevede 2020 yılında enerji verimliliği, su yönetimi, döngüsel ekonomi ve insan sağlığı başlıklarına hizmet eden sürdürülebilirlik projelerine 22.9 milyon dolar yatırım yaptı.
Şirketler artık aksiyon almalı
Sürdürülebilirlik alanında artık şirketlerin taahhüttün ötesine geçip daha fazla aksiyon almaları gerekiyor. Sürdürülebilirlik konusunda çalışmalar yapan firmaların raporlandığı uluslararası iklim değişikliği programlarının bir diğer amacı da firmaları harekete geçirmek. Taş, firmaların artık CDP gibi uluslararası raporlama platformları aracılığıyla durum analizi yapıp gelecek rotasını belirlemelerinin kritik öneme sahip olduğunu ifade ediyor. Aksa Akrilik’in orta ve uzun vadeli hedefinin paydaşlarını ve tedarikçilerini de raporlama yapmaya davet ederek etki alanı yaratmak olduğunu söyleyen Taş, eko-sistemimizi en üst düzeyde koruyabilmek adına yürüttükleri sürdürülebilir kalkınma politikası doğrultusunda çalışmalarına devam edeceklerini vurguluyor.