Makinede yerlileşme ve Endüstri 4.0 aynı anda olabilir mi?
Türkiye makinede yerlileşme için büyük bir adım attı. Geçen yıl yapılan 1.9 milyar dolarlık makine ithalatının önüne geçebilmek için iş birliği imzaları atıldı. Ancak Endüstri 4.0’a geçiş sürecinde bu devrimin gerektirdiği makinelerin ve yazılımların büyük çoğunluğunu yurt dışından satın almak gerekebilir. Peki bu denklemi tekstil imalat sektörü nasıl çözecek? Sektör hazırlıklı mı? Konunun uzmanlarına sorduk.
Tüm sektörler gibi tekstil imalat sanayii de büyük bir devrimle karşı karşıya: Endüstri 4.0... “Endüstri 4.0” denilince herkesin aklına robotların çalıştığı, otomasyonun hakim olduğu akıllı fabrikalar geliyor. Kimileri için büyük bir fırsat, kimilerine göre ise istihdam açısından risk.
Tekstil imalat sanayii tarafına baktığımızda ise Endüstri 4.0’a başarılı bir şekilde geçişi sağlayanlar, aşamalı olarak geçişin ilk birkaç adımını gerçekleştirmiş olanlar, henüz fikir olarak geçişe hazır olmayanlar, Endüstri 4.0’ın sağlayacağı avantajlardan emin olmak için bekleyenler, ne olduğunu anlamaya çalışanlar ve geçmek istemeyenler şeklinde özet bir gruplama yapmak mümkün.
2011 yılında, Almanya’nın bir ‘sanayi devrimi’ olarak lanse ettiği Endüstri 4.0 tartışmaları sürerken, tekstil imalat sektöründe yerlileşme için büyük bir adım atıldı. Türkiye Tekstil Terbiye Sanayicileri Derneği (TTTSD) ile Tekstil Makine ve Aksesuar Sanayicileri Derneği (TEMSAD) geçen yıl yapılan yaklaşık 2 milyar dolarlık makine ithalatının önüne geçmek için iş birliğine gitti. Bu iş birliği sayesinde tekstil sektöründe yerli ve milli makine kullanımı sağlanacak, böylece cari açığın kapatılmasına katkı sağlanacak.
Riski bertaraf edip avantajları yakalamalıyız
Bilişim teknolojileri ile endüstri faaliyetlerini bir araya getiren Endüstri 4.0’ın ana bileşenlerinden ilki, yeni nesil yazılım ve donanım. Yazılım ve donanımın düşük maliyetli olması, az yer kaplaması, az enerji harcayıp, az ısı üretmesi önemli. Diğer bir önemli unsur ise yüksek güvenlikle çalışması.
Cihaz tabanlı internetin hakim olacağı Endüstri 4.0 ile yeryüzündeki tüm cihazların birbiriyle bilgi ve veri alışverişi için kullanıldığı, her türlü araç gerece entegre edilmiş, sensör ve işleticilerle donanmış, internet bağlantılı akıllı elektronik sistemlerin kurulması hedefleniyor. Bu sisteme kısaca “Siber-Fiziksel Sistemler” de denebilir. Üretim sürecinde fabrikalardaki makinelerde siber-fiziksel sistemlerin kullanılması, insanlardan neredeyse bağımsız olarak kendi kendilerini koordine ve optimize ederek üretim yapabilecek ‘akıllı fabrikalar’ anlamına geliyor. Endüstri 4.0 uygulamalarının amacı, üretim süresini, maliyetleri ve üretim için ihtiyaç duyulan enerji miktarını azaltmak; üretim miktarını ve kalitesini de artırmak. Ancak siber-fiziksel sistemlerin kullanılması, beraberinde endişe verici bir sonuç getirebilir: Türkiye’de üretim yapılsa bile, bunları işleten yazılımların büyük çoğunluğu yurt dışından ithal ediliyor. Bu da üretimin denetlenebilmesi hatta zaman zaman üretime müdahale edilebilmesi, biraz daha ileri gidersek durdurulabilmesi riskini beraberinde getirebilir. Özellikle bu sistemlerin makina parklarının dışında, ana görevi gören yazılım sistemlerinin ithal edilecek olması, eleştirilerin temelini oluşturuyor.
Bir diğer önemli eleştiri bu durumun yaratacağı işsizlik. The Future of Jobs Report 2018’e göre şirketlerin yüzde 50’sinin tam zamanlı çalışan personel sayısının, otomasyon nedeniyle 2020 yılına kadar düşeceği, 2030 yılına kadar robotların dünya genelinde 800 milyon işçinin yerini alabileceği ifade ediliyor. Buna karşılık yeni meslekler ve fırsatlar çıkması da söz konusu. Dünya Bankası’nın ‘İşin Değişen Doğası Raporu’ kaybedilen bu işler yerine, yeni iş kolları ve fırsatlar yaratılacağını söylüyor.
Endüstri 4.0’a geçiş yerli kaynaklarla olmalı
Demografik yapısı ve teknolojik gelişmişliği Türkiye’den farklı bir ülke olan Almanya’da yaratılmış bu sistemin risklerini bertaraf etmek için sisteme geçişin olabildiğince yerli kaynaklarla gerçekleştirilmesi gerektiği üzerinde duruluyor.
Konuyla ilgili görüşüne başvurduğumuz İstanbul Teknik Üniversitesi Tekstil Teknolojileri ve Tasarımı, Tekstil Mühendisliği Bölümü Öğretim Üyesi Prof. Dr. Osman Bülent Özipek, yerli makineleşme hedefi ve Endüstri 4.0’a geçişin birlikte yürütülmesi gerektiğine dikkat çekiyor ve devam ediyor: “Bunun için Türkiye’nin sahip olduğu teknolojik bilgi ve ‘know how’ yeterli. Türkiye’de üretilen tekstil ve hazır giyim ürünleri kalite ve tasarım bakımından dünya ile yarışıyor. Bu ürünlerin imalatını gerçekleştiren makineleri en iyi biz yaparız. Ürün çıktısı olmayan makine imalatçıları bizim üretim verimizi kullanmakta yani bizi laboratuvar gibi değerlendirmektedir. Dolayısıyla kendi imalatımızda kendi laboratuvarımızı kullanacağız. Ne kadar önemli bir avantaj değil mi?”
Endüstri 4.0’ın baş döndürücü hızla gelişen müşteri isteklerine cevap vermek için bir zorunluluk olduğunu söyleyen Prof. Dr. Özipek, “Sektör kuruluşları, Endüstri 4.0 çalışmalarını ivedilikle başlatmalıdır. Kalite, üretim maliyeti, pazarlama, müşteri memnuniyeti, hızlı tepki gibi kavramların günümüzdeki anlamları açısından Endüstri 4.0 dışında başka bir yol yoktur” diyerek konunun önemini vurguluyor.
Dünyadaki gelişmeler analiz edilmeli
Tüm detayları dikkatle takip edilmesi gereken Endüstri 4.0’a geçiş, devlet politikası olarak da ele alınıyor. Sanayi ve Teknoloji Bakanlığı’nın, Endüstri 4.0 çalışmalarını tek bir çatı altında toplamak için geçtiğimiz yıl Sanayide Dijital Dönüşüm Platformu’nu kurduğunu hatırlatan Makine İmalat Sanayi Dernekleri Federasyonu (MAKFED) Başkanı Adnan Dalgakıran, bu platformun amaçlarını, sanayinin rekabet gücünün artırılması, üretimde verimlilik artışının sağlanması, iş gücü niteliğinin iyileştirilmesi, akıllı üretim sistemlerinin hayata geçirilmesi ve değer zincirinin tüm halkalarında teknolojinin sunduğu imkânlardan faydalanılması için gerekli politikalar oluşturulması olarak sıraladı.
Platform dâhilinde Sanayide Dijital Teknolojiler, İleri Üretim Teknikleri, Açık İnovasyon, Eğitim, Altyapı ve Standardizasyon, Mevzuat ve Patent konularında raporlar hazırlandığını da belirten Dalgakıran, “Bizlerin de üye firmalarımızla aktif olarak yer aldığımız bu çalışmalar sonucunda Bakanlık, ‘Türkiye Sanayi Devrimi – Dijital Türkiye Yol Haritası’ dokümanını hazırladı. Bu çerçevede atılacak adımlar için biz de üzerimize düşecek görevleri yerine getirmeye hazırız. Firmalarımızın adımlarını, küresel rekabet gerçekleri doğrultusunda atmaları gerektiğini düşünüyoruz. Bu noktada tarafların kendilerini doğru konumlandırmaları ve dünyadaki gelişmeleri analiz etmeleri de büyük önem taşıyor. Endüstri 4.0’ı kendi gerçeklerimiz ve küresel rekabetteki yerimiz açısından değerlendirmeliyiz. Tekstil sektörünün de söz konusu süreçleri, rekabet güçlerine etkileri bakımından değerlendirerek öncelikleri tespit etmesi gerektiği düşüncesindeyim” dedi.
Endüstri 4.0 ile rekabet gücümüz yükselebilir
Endüstri 4.0’ı ‘imalat yapısının bütünleşik olarak dijitalleşerek otonom hale gelmesi’ diye tanımlayan Dalgakıran, “Siber-fiziksel olarak adlandırılan akıllı üretim sistemlerinde, ağa bağlı makineler akıllı sensörler aracılığıyla büyük miktarda veri topluyor, birbirleriyle iletişim kurabiliyor ve bağımsız olarak karar verebiliyorlar. Burada sadece imalat süreci değil pazar, lojistik ve müşteriyi kapsayan tüm süreçlerin entegrasyonu ve yönetiminden söz ediyoruz” diyor.
Bu süreçte amaçlarının Endüstri 4.0 kavramının sektör, toplum ve karar alıcı çevreler nezdinde doğru algılanması ve etkin şekilde yönetilmesinin sağlanması olduğunu anlatan Dalgakıran, “Endüstri 4.0’ı doğru şekilde ele alabilirsek, proaktif uygulamalarla küresel ölçekteki rekabet gücümüzü yükseltebiliriz. Bu süreçte küresel teknoloji ve otomasyon firmaları ile iş birlikleri kurarken farklı firmalarımızla da yeni fırsat arayışları içinde olacağız. Endüstri 4.0 sürecinin ülkemizde başarı ile yürütülmesinin önünde bir engel bulunmuyor. Makine sektörü, ihracatının yüzde 50’sini AB’ye, yüzde 16’sını Almanya’ya gerçekleştiren teknolojik olarak son derece gelişmiş imkânlara sahip bir sektör. Doğru mekanizmalar aracılığıyla hızlı hareket edilirse bu süreçten büyük kazanımlarla çıkabiliriz. Bu süreçte devlet desteklerinden de doğru şekilde istifade etmeliyiz” diye konuşuyor.
Sürdürülebilir eğitim sistemi stratejisi oluşturulmalı
Önümüzdeki yıllarda robot sektörü başta olmak üzere otomasyon yatırımları, emniyet otomasyonu çözümleri, otomatik depoları ve konveyör otomasyonunu da içeren intralojistik sistemler, üretim yönetim sistemi ve bilgi yönetimi yazılımları, yapay görme ve izleme çözümleri ve enerji verimliliği uygulamalarının öne çıkmasının beklendiğini ifade eden MAKFED Başkanı Dalgakıran’ın gündeminde tüm bunlara bağlı olarak istihdam da var:
“İnsanların önümüzdeki yıllarda geleceğin akıllı yaşam, akıllı üretim ve akıllı hizmetler konseptinde alacağı rol de önemli bir konu. Yakın gelecekte insanlar sürekli aynı fiziksel işi yapmak yerine siber-fiziksel çözümlerin yer aldığı bu sürecin gelişim ivmesini sürekli artıracak ve destekleyecek pozisyonlarda görev alacaklar. Bu çerçevede eğitime, gelişime açık ve fiziksel iş gücünün yerine düşünme, tasarlama ve iyileştirme kabiliyetleri tamamen aktif olacak yeni meslek alanları ortaya çıkacak. İstihdam, söz konusu fiziksel ve düşünce yapılarının tasarlanması, geliştirilmesi ve sürdürülebilmesi alanlarında gerçekleşecek. Bu süreci hızlı ve sağlıklı şekilde gerçekleştirmek için esnek iş gücüne, etkili, kararlı stratejilere ve esnek eğitim yapısına sahip olmamız gerekiyor. Bu noktada üniversitelere ve diğer mesleki eğitim kuruluşlarına da çok önemli görevler düşüyor. Ancak elbette öncelikli olarak eğitim sisteminin de ilgili kurum ve kuruluşlar ile ortak çalışma sağlanarak devlet tarafından en doğru şekilde kurgulanması şart. Tüm sektörlerde, gelişmiş ülkeler ile rekabet edecek seviyeye gelebilmek için sürdürülebilir bir eğitim sistemi stratejisi oluşturulmalı.”
Yerlileşme için iş birliği
Bu görüşler çerçevesinde anlaşıldığı üzere Endüstri 4.0’a geçmek için elimizi çabuk tutmak gerekiyor. Ancak ortak görüş, olabildiğince yerli kaynaklarla kendi gerçeklerimizi ve küresel rekabette yerimizi doğru analiz ederek uzun vadede avantaj sağlayacak adımlar atmak yönünde. Şimdi de kendi kaynaklarımızı yerlileştirme çalışmalarına bakalım:
Yazının başında da belirttiğimiz gibi Türkiye Tekstil Terbiye Sanayicileri Derneği (TTTSD) ile Tekstil Makine ve Aksesuar Sanayicileri Derneği (TEMSAD) makine ithalatının önüne geçmek için el ele verdi. İş birliğine imza atarak yerli ve milli ekonomiye katkı sağlayan TEMSAD Başkanı Adil Nalbant, iş birliklerine 2017 yılında Moda ve Hazır Giyim Federasyonu (MHGF) ile başladıklarını belirtti. Aralık 2018 yılında da TTTSD ile devam ettiklerini anlatan Nalbant, “Bu iş birliklerindeki ana hedefimiz, tekstil sanayicisi ile tekstil makine üreticisinin iletişimini kuvvetlendirmek ve yerli üretimi olan makinelerin tekstil sanayicileri tarafından tanınmasını sağlamaktır. Ayrıca yürüttüğümüz bu iş birlikleri çerçevesinde tekstil sanayicisinin ihtiyaçlarını yerinde tespit ederek, makine üreticilerimizin bu ihtiyaçlara yönelik yeni teknolojiler geliştirmesini sağlamaya çalışmaktayız. Bu çerçevede özellikle fabrika ziyaretleri ile üreticilerin ihtiyacı olan konular yerinde tespit edilerek, gerekli modernizasyon ve yenileme çalışmaları için fikir alışverişleri yapılmış olmaktadır” dedi.
Sermaye çıkışı azalacak
Bu iş birliklerinin olumlu sonuçlarını almaya devam ettiklerini anlatan Adil Nalbant, yurt içinde yerli imal edilen tekstil makinelerinin teknoloji seviyesini ve kalitesini artırma ve yerli makine kullanımını özendirme anlamında oldukça önemli adımlar atıldığını belirtti. Ayrıca ithalat ile yurt dışına giden milli sermayenin yurt içinde kalmasını sağlayarak, her iki sanayicinin de sektörlerine katkı sağlaması amaçlandığını vurguladı. Nalbant, “Tekstil makine sektörü olarak 2018 yıl sonu itibariyle 750 milyon dolarlık ihracatımıza karşılık, 1.9 milyar dolar ithalat gerçekleştirdik. Bu ithalat kalemleri içerisinde yerli üretimi olan birçok makine ve yedek parçaları bulunmaktadır. En azından imalatı yapılan ve gelişime açık makinelerin ülkemizde kullanılması ile bu 2 milyar dolara yakın sermaye çıkışını önemli ölçüde azaltmış olacağız” diye konuştu.
Küreselleşme yerine yerelleşme
Nalbant, imalat sanayiinin, dünya ekonomisine yön veren her ülkenin öncelikli alanı olduğunu söyledi. Teknolojinin geliştirilmesi ve ilerletilmesinin de temel mecrasının imalat sanayii olduğunu ifade eden Nalbant, “Bu sebeple imalat gücünü elinde tutabilen her ülke güçlü ülkedir. Diğer taraftan küreselleşme kavramının yerini yerelleşmenin aldığı günümüz dünyasında, yerli üretim ve yerli ürün kullanımı en revaçta olan konularındandır” dedi.
MAİB Başkanı Kutlu Karavelioğlu’nun Eylül 2018’ de yazdığı bir yazıdan örneklerle konuşmasına devam eden Adil Nalbant, şöyle devam etti:
“Özellikle makine sanayiinde gelişen ülkeler, gücü elinde bulunduracaklarını örneklerle belirtmiştir. Bu örneklerden bir tanesi de Çin, Kore ve Tayvan’ın yüksek teknolojili ürünlerdeki ihracatının, ABD, Almanya ve Japonya’nın ihracat toplamından daha fazla olduğu gerçeğidir. Yani teknolojisini aldığı Batı’dan daha fazla yüksek teknolojili ürün ihracatı yapabilen Doğu ülkelerinin oluşması... Artık ülkeler yeni dönemde teknolojisini de diğer ülkelere kaptırmak istemiyor. Dünya ticaretinde en büyük pay makinelerin; yani üretim gereçlerinin olduğu bir ekonomik düzende makine imalat sanayisinin öncelikli ve stratejik sektörlerden birisi olması kaçınılmazdır. Dünyadaki en büyük ekonomilere baktığımızda görüyoruz ki bu ülkelerin sanayilerinde makine imalatı önemli bir yere sahip. Dünyanın en büyük ekonomilerinin toplam ihracatlarındaki makine ihracat payları şöyle: Çin yüzde 17, Almanya yüzde 17.3, ABD yüzde 13, Japonya yüzde 20.2, İtalya yüzde 20...”
Nalbant’ın saydığı, makine üretiminde güçlü ülkelerin Endüstri 4.0’a geçişi de başarıyla sürdürdüklerini hatırlatalım.
Üreticiye önemli avantajlar Tekstil makinesi ticaretindeki açığın azaltılması için öncelikle sektörde bir paradigma değişimi yaşanması gerektiğini belirten Adnan Dalgakıran, “Taraflar yeni bir yatırım yaparken veya bir makine satın alırken ilk olarak ‘Bunu ülkemizden tedarik edebiliyor muyuz?’ diye bakmalı. Bu yaklaşım sadece makine üreticilerine katkı sağlamayacak. Gerek satış sonrası hizmetler ve gerekse daha iyi koşullardaki maliyetler tekstil üreticimize de önemli avantajlar sağlayacak” dedi.
Dalgakıran yerli makineleşmenin gerçekleşmesi için ihtiyaç konusu makinenin uygun kalite ve zamanda temin kapasitesinin önemli olduğunu anlattı. Öte yandan en büyük motivasyon kaynaklarının ise yerlileştirme politika ve programlarına göre hareket olması gerektiğini söyledi. Dalgakıran, sektörün her geçen gün güçlenen Ar-Ge alt yapısıyla üzerine düşen görevi yerine getireceğini vurguadı.
Teknolojinin hız kesmeden gelişmeye devam ettiği, dijitalleşmenin tekstil dahil tüm üretim sektörlerini etkilediği bu dönem, üreticilere iki önemli sorumluluk yüklüyor. Üreticilerin hem Endüstri 4.0 gibi küreselleşmeyi gerektiren sistemleri vakit kaybetmeden fabrikalarında entegre etmeleri, hem de ülkemizin küresel düzeyde bağımsız üretim gücüne sahip olması için yerli kaynakları tercih etmesi gerekiyor.
Sektörün ‘en’leri
Dünyanın en büyük tekstil makine ithalatçısı ülkeleri Almanya, Çin, İtalya, Belçika ve Japonya. Türkiye’nin tekstil makineleri ihraç ettiği ilk beş ülke sırası ile İngiltere, Özbekistan, Almanya, İtalya ve Bangladeş. Türkiye’nin tekstil makineleri ithal ettiği ilk beş ülke ise sırası ile Almanya, Çin, İtalya, Belçika ve Japonya...