Avrupa Birliği seçimlerine hazırlık: Tekstil sektörü yeni AB yönetiminden ne bekliyor?
2019’un son günlerinde, Avrupa Birliği’nin (AB) ve bu bölgeyle iş yapan hemen herkesin (ki bu da tüm dünya denebilir) gündemine Yeşil Mutabakat düştü ve iddia edildiği gibi iş yapma şekillerini kökten değiştirmeye başladı. Gezegenimizin sürdürülebilirliği için ideal prensiplere ve iddialı hedeflere işaret etse de Yeşil Mutabakat düzenlemeleri, pek çok soru işaretini ve zorluğu beraberinde getirdi. 2024’te yenilenecek AB kurumları bu iddialı hedeflerde esneyecek mi, odak gündemini değiştirecek mi?
Avrupa Birliği yasama ve yürütme kurumları 2024’te seçime hazırlanıyor. Haziran’da tüm AB vatandaşlarının oylarıyla yeni AB Parlamentosu oluşacak; Avrupa Konseyi’nin önerisi ve yeni Parlamento’nun onayıyla da yeni Komisyon üyeleri göreve başlayacak. Karar vericilerde toplu bir değişime ve yenilenmeye giden bu sürece “Avrupa Seçimleri/European Elections” adı veriliyor.
2019’da AB Komisyon Başkanlığı görevine getirilen Ursula von der Leyen’in en önemli politikası, son beş yıldır çokça konuştuğumuz Avrupa Yeşil Mutabakatı idi. Komisyon, 2019’un son günlerinde Avrupa’nın en kapsamlı dönüşüm programı olan ve tüm iş yapış şekillerini kökten değiştiren Avrupa Yeşil Mutabakatı’nı açıklamıştı. 2050’de sera gazı emisyonunu net sıfıra indirmek, sadece sürdürülebilir ürünlerin AB pazarında dolaşımına izin vermek, sadece yeşil ve mavi kaynaklardan enerji elde etmek gibi pek çok iddialı hedeften oluşan bu program için de 1 trilyon Euro kadar yatırım bütçesi taahhüt edildi.
Bu genel çerçeve politikayı takiben, söz konusu hedeflere nasıl ulaşılacağı konusunda rehber niteliğinde alt politika metinleri gelmeye başladı. Avrupa Sürdürülebilir Tekstil Strateji Belgesi ve buna bağlı yasal düzenlemeler; sadece Avrupa’da değil, tüm dünyada tekstil sektörü oyuncuları arasında son yılların en çok konuşulan konuları oldu. Aralarında Dijital Ürün Pasaportu, Ürün Çevresel Ayak İzi, Atık Çerçeve Direktifi, Kurumsal Sürdürülebilirlik Raporlaması Direktifi gibi her biri fiziki, altyapısal ve insan gücü açısından yatırım ve dönüşüm gerektiren tam 16 yasal düzenlemeye uyum sağlayamayan ürünlerin önümüzdeki yıllarda AB pazarına giremeyeceği söyleniyor. Geçen zamanda, yürürlüğe girme tarihlerinde gecikmeler olsa da, bu kurallardan geri adım atılmayacağı tecrübe edildi.
Eylül 2023’te “Birliğin Durumu” konuşmasında, Komisyon Başkanı von der Leyen “Avrupa Yeşil Mutabakatı gezegenin bize tarihi bir çağrısına bizim cevabımızdı.. 2019’da bunu açıkladığımda, buna şüpheyle bakan çoktu. Fakat şimdi bu belge, ekonomimizin merkezinde bulunuyor” cümleleriyle yeni dönemde de Komisyon’un bu gündemden taviz vermeyeceğini ortaya koymuş oldu.
Avrupa tekstil sektörü yeni AB yönetiminden ne bekliyor?
Sendikamızın uzun yıllardır Yönetim Kurulu’nda bulunduğu ve diğer Avrupalı sektör temsilcilerinin yanında Türk tekstil ve hazır giyim sektörünün çıkarlarını koruduğu Avrupa Hazır Giyim ve Tekstil Federasyonu EURATEX’in son beş yıldır en yoğun çalışan çalışma grubu Sürdürülebilirlik Grubu oldu. Hazırlanmakta olan tüm yasal düzenlemeler hakkında sektör görüşü hazırlandı, uyum sağlanması çok zor olan konulara karşı çıkıldı, Avrupa tekstil sektörünün rekabetçiliğini bozma riski olan konularda Komisyon uyarıldı.
Avrupa seçimlere doğru giderken Euratex, kurumlara ve kamuoyuna hitaben açık bir manifesto hazırlayarak, bölgenin 1.3 milyon kişiye istihdam sağlayan (tek başına 1 milyondan fazla istihdama sahip olan Türk tekstil-hazır giyim sanayisi hariç 27 üye ülke) kritik ve köklü sektörlerinden biri olarak yeni dönemden beklentilerini sıraladı. Son halinin, Euratex’in 25 Ekim’de Helsinki’de gerçekleşen ve Sendikamızı temsilen Yönetim Kurulu Üyesi Harun Tavaşi’nin katıldığı Yönetim Kurulu toplantısında verilen talepler şu şekilde özetlenebilir:
• Sürdürülebilirlik kadar, rekabetçilik de önemli. Çıkarılan bu kurallar, dışarıdan gelen ürünler için de geçerli olmalı, AB’yi açık bir Pazar haline getirmemeli
• Dengeli ve adil Serbest Ticaret Anlaşmalarıyla serbest ticaret desteklenmeli
• AB ortak pazarında farklı uygulamalara izin verilmemeli, tüm üye ülkelerde uyumlu politikalar izlenmeli
• Her anlamda yatırım gerektiren bu dönüşüm için mutlaka finansal destek sağlanmalı
• Sürdürülebilir enerji kaynaklarına erişim güvence altına alınmalı
• İhtiyacımız olan yetenekli işgücü havuzunun oluşması için gerekli politikalar uygulanmalı
Sendikamız ve temsil edilen diğer Türk kurumların katkısıyla, Avrupa tekstil sektörünün AB’den talepleri olarak nitelendirilebilecek bu metne, Türkiye’nin AB tekstil sektörü için önemini doğrulayan kritik bir paraf eklendi.
“Güçlü AB-Türkiye ortaklığının gerçek potansiyelini sınırlayan problemlerin çözülerek işbirliğinin güçlendirilmesi, Gümrük Birliği’nin modernizasyonu ile mümkün olacaktır. Bu süreçte Gümrük Birliği Anlaşmamız kapsamında destek mekanizmaları geliştirilmeli, Avrupa Tekstil Dönüşümü’nün (Türkiye’de de) uygulanması kolaylaştırılmalıdır.”
Aynı toplantıda Euratex’in Türkiye dahil tüm Avrupa tekstil sektörünü kapsayan endüstri beklenti anketinin sonuçları da açıklandı.
“Şu anda en büyük mücadele konunuz nedir?” diye sorulduğunda verilen ilk üç cevap “yükselen maliyetler, düşen talep, işgücü sıkıntısı” olurken, maliyetlerin en çok arttığı alanlar enerji ve işgücü olarak ifade edildi.
Önümüzdeki çeyrek için satış beklentileri sorulduğunda ise katılımcıların yüzde 42’si satışların düşeceğini, yüzde 36’sı sabit kalacağını söylerken, artış bekleyenleri oranı ise yüzde 32’de kaldı.
Eurostat’ın Avrupa’daki endüstriyel güven endeksinin sonuçlarının da aynı kötümser senaryoya işaret ettiği söylenebilir. Tabloda yeşil çizgi ile gösterilen tekstil sektörüne ait güven endeksinin 2023 yılı başından biri negatif bölgede olduğu görülüyor.
AB Sürdürülebilir Tekstil Stratejisi’nde son durum
Euratex’in, AB Sürdürülebilir Tekstil Stratejisi’ni yakından takip eden Sürdürülebilirlik Çalışma Grubu toplantısı da 23-24 Ekim tarihlerinde yine Helsinki ‘de gerçekleşti. Sendikamızdan Genel Sekreter Yardımcısı Tuba Kobaş Huvaj’ın takip ettiği toplantıdan öne çıkan notlar şöyle:
• AB Seçimlerinden sonra da sürdürülebilirlik ajandasında önemli bir değişiklik beklenmiyor. Üzerinde çalışılan 16 yasal düzenlemenin farklı hızlarda devam edeceği görülüyor.
• Tekstil sektörünü kesen noktası tekstil atıkları ve geri dönüşüm olan Atık Çerçeve Direktifi taslağı Temmuz ayında hazırlanmış ve Parlamento’ya gönderilmişti. Avrupa Parlamentosu oldukça hızlı hareket ederek değişiklik önerilerini Ekim ayında tamamladı. Bu düzenlemede tartışmalı konuların başında tekstil atığının, yeterli tekstil geri dönüşüm kapasitesi olmayan ülkelere ihraç edilmesinin yasaklanmasının yanı sıra, OECD ülkelere ihracatında da ciddi kısıtlamalar olması. Atığın istif olarak hiçbir şekilde ihraç edilemeyeceği, kesinlikle ayrıştırılmış olması gerektiği ise kesinleşti. Bu da Avrupa’da bu kadar tekstil ürününü toplayıp ayrıştıracak tesis kapasitesinin olmadığını düşününce, yeni bir sorun yaratıyor. Bu ürünlerin gümrüklerde ikinci el eşya mı yoksa atık olarak mı tanımlanacağı belirsizliğini koruyor. “Kullanımı tamamlanmış bir eşya atık mı yoksa yeni bir hammadde mi” sorusu ise hâlâ açıkta. Ayrıca halı ve yatak şiltesinin bu kapsama girip girmeyeceği de önemli bir tartışma konusu, zira bu ürünler miktar olarak hayli ağırlıklı bir tekstil eşyası konumunda.
• Geri dönüşümlü elyaftan elde edilen ürünle tamamen yeni elyaftan elde edilen ürün arasındaki muhtemel kalite farkı da bir başka tartışma konusu. Örneğin geri dönüştürülmüş tekstil eşyasından üretilen bir ürün, otomotiv ya da inşaat endüstrisinde kullanılacaksa, içerdiği kimyasal çok kritik olmayabilir. Öte yandan bu ürün giyim eşyası olacaksa, cilde temas edeceğinden dolayı insan sağlığıyla ilgili bambaşka standartlar devreye giriyor. Bu durumda geri dönüştürülmüş materyalden elde edilen iplik ve kumaş için farklı testler talep edilebilir. Bu da bu materyallerin, sıfır materyale göre maliyetinin artmasına ve dezavantajlı duruma düşmesine sebep olabilir.
• AB’nin kimyasallar politikasından bakıldığında da geri dönüştürülmüş tekstil kullanımında sorunlar ortaya çıkıyor. Kimyasal kontaminasyon insan sağlığı açısından kesinlikle tolere edilmezken, bu kimyasallara geri dönüşüm işlemlerinde ihtiyaç olabiliyor. Bu da endüstri açısından çelişkili bir durum.
• Halk arasında moda ile ilgili eleştirilerin başında gelen “doğaya, özellikle okyanuslara mikroplastik salımı” konusunda ise tartışma birkaç eksende devam ediyor. Birincisi tartışma doğal elyaflarla sentetik elyafların hangisinin daha masum olduğu etrafında dönüyor. Öte yandan, endüstri temsilcileri okyanuslardaki kirlilikte tekstilin rolünün abartıldığı kadar büyük olmadığını, buna dair yeterince bilimsel veri olmadığını savunuyorlar. Son olarak; nihai ürüne kasıtlı olarak (unintentionally) eklenmeyen ve yıkamadan dolayı salınan mikroplastik ile ürüne kasıtlı olarak (intentionally) eklenen maddeler arasındaki fark da gözetiliyor. Bununla kasıt, örneğin tekstil ürünlerine dekoratif ya da fonksiyon olarak eklenen simler. Komisyon’un bu konuda verdiği mesajlar sektör için oldukça kafa karıştırıcı. Söz konusu yasal düzenleme, öncelikle, yıkamadan kaynakları salınımları kapsam dışı bıraktı, fakat kasıtlı olarak eklenen mikroplastiklere sınırlama getirilecek. Sim ve parıltı bunlardan biri. Tekstil sektöründen gelen sorular üzerine bu konuda yayınlanan rehberde giyim ve ayakkabının şimdilik kapsam dışında bırakıldığı belirtiliyor; fakat ev tekstili, oyuncaklar, teknik tekstil, süs eşyalarında (dönemsel düşünüldüğünde Noel süsleri gibi) durumun ne olduğu tartışmaya açık. Bu alanda tartışılan bir başka madde de silikon. Silikon da yumuşatıcı olarak sıklıkla kullanılmakla birlikte, çorap tabanlarında kaydırmazlık fonksiyonuyla tercih edilen bir madde.
• Dijital Ürün Pasaportu sadece Avrupa’da değil, tekstil üreticisi tüm ülkelerde gündemi meşgul eden bir konu. Tüketicinin alım esnasında ürünle ilgili gerekli bilgiye (nerede üretildi, içeriği nedir, hangi kimyasalları barındırıyor, vs) dijital olarak ulaşmasını sağlayacak olan bu sistemle ilgili “hangi dijital sistem kullanılacak, tüm tedarik zincirinden bilgi nasıl toplanacak, bu bilginin güvenliği nasıl sağlanacak, rekabet koşullarını ihlal eder mi, maliyeti ne olacak” gibi pek çok soru hâlâ cevap bekliyor. Komisyon yetkilileri konuyu iki bölümde ele alıyor. Birincisi bilgi işlem altyapısı: Bu alanda Komisyon, standardizasyon kurumlarına yetki verdi ve 2025 sonuna kadar altyapı standartlarının hazırlanması bekleniyor. Daha sonra bunları uygulamaya geçirmek için şirketlerin iki yılı olacak. Tasarlanan modele göre; tüm veriler Komisyon’un sahibi olacağı bir merkezi verdi deposunda toplanacak. İşletmeler bu merkezi sistem temelinde çalışan farklı yazılımları kullanabilecek. İkinci bölüm ise veri konusu: Hangi bilginin kiminle paylaşılacağı. Tedarikçi ana üreticiye hangi bilgiyi verecek, ana üretici markaya hangi bilgiyi verecek, marka nihai tüketici ile bilginin ne kadarını paylaşacak gibi sorular, Komisyon’un hâlâ üzerinde çalıştığı konular. Tekstil gibi tedarik zincirinin epey uzun ve karmaşık olduğu bir sistemde, bu zinciri uçtan uca izleyebilmek şimdilik oldukça zor görünüyor.
• Tüm bu çevreye yönelik düzenlemelerin yanında, sektörde endişe yaratan bir başka düzenleme ise Özenli Tedarik Zinciri (Due Diligence) Direktifi. Bir ürünün tüm üretim aşamalarında insan ve çalışan haklarının ihlal edilmediğinin garanti altına alınmasını amaçlayan bu düzenleme, yine bu konudaki oldukça sorunlu ülkelerin tedarik zincirinde olmasından dolayı üreticileri ve markaları zora sokacak gibi görünüyor. Yukarıda bahsedilen Dijital Ürün Pasaportu ürünün özellikleriyle ilgilenirken, bu raporlama ise üreticinin kendisi ve süreç hakkında olacak. Avrupalı iş dünyasını temsil eden BusinessEurope’un da uzun süredir dikkat çektiği üzere, bu düzenleme şirketlere ciddi sorumluluklar getiriyor ve bu yüzden 2017 yılından beri masada. Pek çok kez değişikliğe uğrayan taslaklarda tartışılan konular:
-Değer zinciri tanımının sınırları: Gelinen son noktada “ana faaliyete” odaklanılması konusunda anlaşmaya varıldı.
-Şirket yetkililerinin cezai sorumlulukları maddesi düzenlemeden çıkarılma noktasına getirildi.
-İhlal durumlarında getirilen yaptırımlar çok ağırdı, hafifletilme yoluna gidildi.
-Tedarik zincirinde ihlal durumlarında yargı yolunun hangi durumlarda kimin için açık olduğu konusu da hâlâ tartışılıyor.
Finlandiya’dan dünyaya yayılan cesur desenler ve renkler: Marimekko
Euratex toplantılarının katılımcıları, Finlandiya’nın dünyada belki de en çok bilinen moda ve yaşam tarzı markası Marimekko’nun genel merkezini ve fabrikasını ziyaret etmek olanağı buldu. Kuruluşu İkinci Dünya Savaşı’nın karanlık günlerinden sonrasına dayanan Marimekko, markanın en belirgin özelliği olan renk ve desenleriyle savaş sonrası halka tekrar umut vermeyi amaç edinmiş. 1951’de Marimekko’yu kuran ve markanın annesi olarak kabul edilen Armi Ratia, o dönemde özellikle kadın kıyafetlerinin solgun, renksiz, cansız tarzının kadınların yeniden hayata tutunmasına hiç yardım etmediğini düşünerek, cesur renk ve desenlerde kumaşlar tasarlamış ve bugün dünyanın dört bir yanındaki mağazalarında bu tarzı tüm dünya ile buluşmasını sağlamış. Kuruluşundan bu yana Marimekko tasarımcıları, şirketin arşivlerine giren, kimi pek çok ürüne uygulanıp kimi hiç kullanılmayan 3 bin 500 kadar desen tasarlamışlar. Bunlardan belki de en bilineni 1964’te tasarlanan ve farklı renk kombinasyonlarıyla kıyafetten masa örtüsüne pek çok üründe hâlâ kullanılan Unikko (altta).