İmalat sanayii ve istihdam verilerinde eğilimler

18-05-2019

İmalat sanayii üretimindeki sert iniş çıkışlar Türkiye ekonomisinin büyüme oranlarına da yansıyor.  İstihdam verilerinde iyileşmenin sağlanması için ise büyümenin önündeki engellerin kalkması gerek.
 
Prof. Dr. Erhan Aslanoğlu
Piri Reis Üniversitesi Ekonomi ve Finans Bölümü
 
Türkiye ekonomisinde GSYİH’nın yaklaşık yüzde 22’si sanayi sektörü tarafından gerçekleştiriliyor. Sanayi sektörü ise imalat sanayii, enerji ve madencilik alt sektörlerini içeriyor. Söz konusu yüzde 22’nin yüzde 19’u, tekstilden otomobile, kimyadan giyime çok sayıda alt sektörü barındıran imalat sanayisinden oluşuyor (Tablo-1). Tarım, yaklaşık 5 milyon istihdam ile katma değerin yüzde 6’sını, başta turizm olmak üzere çok sayıda alt grubu içeren hizmetler, 15 milyon üzerinde istihdam ile katma değerin yüzde 23’ünü gerçekleştirirken, sanayi yaklaşık 5.4 milyon istihdam ile katma değerin yüzde 22’sini gerçekleştiriyor (Tablo-2).
 
   
 
 
 
 
 
 
 
Sanayi sektörü toplam katma değer içerisinde öylesine önemli bir paya sahip ki aylık açıklanan sanayi üretimin yıllık büyümesi ile ekonominin büyüme oranı arasında önemli bir korelesyon bulunuyor. Söz konusu korelasyonda en büyük paya, doğal olarak imalat sanayii sahip.
İmalat sanayii üretimindeki sert iniş çıkışlar Türkiye ekonomisinin büyüme oranlarına da yansıyor. Örneğin 2016-2018 döneminde imalat sanayii üretiminin büyüme hızı, yaklaşık yüzde 1 ile yüzde 9 arasında değerler alıp, ortalama yüzde 4.5 büyüyor. Buna karşın 2018 Eylül – 2019 Şubat döneminde ortalama yüzde 6.9 daralıyor (Tablo-3). Büyüme oranlarının bu denli oynak olması, firmaların üretim ve yatırım planlaması için olumsuz bir etki yaratıyor. Alt sektörlere baktığımızda sermaye malları üreten sektörlerdeki oynaklığın daha fazla olduğunu görüyoruz. Teknoloji üretimi ve yatırım kapasitesinin gelişimini gösteren sermaye mallarının son üç yıldaki ortalama büyümesi yüzde 6.1 olurken, en üst ve en düşük değerler sırasıyla yüzde 12.6 ve -0.2 oluyor. 2019 yılının ilk iki ayında ise üretim yıllık bazda ortalama yüzde 8 daralıyor. Alt detaylara baktığımızda makine ve teçhizat sektörünün son altı ayda yüzde 12.3, elektrikli teçhizat sektörünün yüzde 9.4 daraldığını izliyoruz. Söz konusu sektörlere ilişkin gelişmeler önümüzdeki dönemde Türkiye ekonomisinde verimlilik artışı ve teknolojik gelişmeler açısından çok olumlu sinyaller vermiyor. Türkiye ekonomisi için lokomotif sektörlerden motorlu kara araçlarında da durum çok farklı görünmüyor. Bu sektörde son üç yıl ortalama büyümenin yüzde 6.7 olduğunu ve büyümenin bu süreçte yüzde 16.8 ile -3.6 arasında seyrettiğini, son altı ay büyümesinin ise yaklaşık ortalama -12.9 olduğunu izliyoruz. Enflasyon açısından ciddi sıkıntı yaratan gıda sektöründe üretim oynaklığının görece az olduğunu, fakat son altı ay ortalama daralmasının yüzde 4.4 civarında seyrettiğini görüyoruz. Tekstil ve hazır giyim sektöründe ise muhtemelen ihracatın da etkisiyle oynaklık ve daralma görece daha az görünüyor. Örneğin giyim sektörünün son üç yıllık ortalama büyümesi yüzde 4.1 olurken, en yüksek ve en düşük büyüme değerleri yüzde 3.6 ile yüzde 4.6 arasında değişiyor. Son altı ay ortalaması ise yüzde -0.7 olarak gerçekleşmiş durumda. (Tablo -3)
 
  
 
 
 
Sonuç olarak, 2018 Eylül -2019 Şubat arasında sanayi üretiminin genelinde önemli bir daralma olduğunu izliyoruz. Bu daralma 2018 yılının son çeyrek büyüme rakamına da yüzde -3 olarak yansıdı. Genel olarak, 2019 Ocak- Şubat döneminde sanayi üretiminde gözlenen daralmanın önceki aylara göre daha düşük olduğunu, dolayısıyla bu yılın ilk çeyreğine daralma hızında bir gerilemeyle başladığımızı öngörmek çok yanlış olmayacaktır. Hatta yıllık kredi büyüme hızlarına baktığımızda, yılın ilk çeyreğinde çok az da olsa bir büyümenin gerçekleşme olasılığını belirtmek gerekiyor. Grafik-2’den izlenebileceği gibi daha öncü bir büyüme göstergesi olan Satın Alma Yöneticileri Endeksi ile sanayi üretimi arasında da pozitif bir korelasyon bulunuyor.
Satın Alma Yöneticleri Endeksine bakarak yıllık olarak yavaşlamanın devam ettiğini, hatta az da olsa büyümenin mart ayının etkisiyle gerçekleşebileceğini söyleyebiliriz. Diğer taraftan istihdam ve işsizlik verilerine baktığımızda da geçtiğimiz yılın sonbahar aylarından itibaren istihdamda düşüş, işsizlikte sert bir artış trendi izliyoruz. Büyüme ile işsizliğin ters hareket etmesi zaten bilinen ve beklenen bir durumdur. Hatta Türkiye ekonomisinde genç nüfusun yüksek olmasının etkisiyle iş gücüne katılım oranının yüksek olması, yüzde 5’in altındaki büyümelerde bile işsizlik oranını artırabiliyor. Ocak ayı itibarıyla son bir yıllık verileri karşılaştırdığımızda, işsizlikteki sert artışı gözlemek mümkün oluyor.
Ocak 2019 ile Ocak 2018 dönemini karşılaştırdığımızda, 15 yaş ve üzeri çalışmak isteyen ve çalışabilir durumdaki nüfusu gösteren iş gücüne katılımın yaklaşık 400 bin kişi arttığı, buna karşın istihdamın yaklaşık 1 milyon kişi azalarak 27 milyona gerilediği izleniyor. Aynı dönemde işsiz sayısı 1 milyon 250 bin kişi artarak 4.7 milyon kişiye yaklaşıyor. İşsiz sayısını iş gücüne bölerek bulduğumuz işsizlik oranı ise yüzde 11.1’den yüzde 15 seviyesine geliyor. 2019 Ocak itibarıyla istihdam verilerinin sektörel dağılımına baktığımızda, hizmetler dışında tüm ana sektörlerde istihdam kaybının olduğunu görüyoruz. En güçlü istihdam kaybı beklendiği gibi 500 bin civarı bir rakamla inşaat sektöründe yaşanmış durumda. Tarımda 300 bin, sanayide yaklaşık 150 bin istihdam kaybı gerçekleşmiş görünüyor.
 
         
 
 
İşsizlikte gelinen seviyenin 2009 krizinden sonra en yüksek seviye olduğunu görüyoruz. Normal koşullarda tarım, turizm ve inşaat sektörünün etkisiyle kış aylarında işsizlik artarken yine aynı sektörlerin etkisiyle yaz aylarına doğru düşer. İnşaat dışında sektörel etkilerin görüleceğinden hareketle ve ekonomide hafif yukarı dönüş sinyalleri ile birleştirildiğinde önümüzdeki aylarda işsizlikte bir miktar gerileme beklenebilir. Bununla birlikte, mevcut talep koşulları ve kapasite kullanım oranı düşünüldüğünde yıllık ortalama olarak işsizlik oranının, 2009 krizinden sonra en yüksek seviyeye ulaşma ihtimali yüksek görünüyor.
 
Önümüzdeki dönem 
İmalat sanayii verilerinde ve ona öncü olan göstergelerde daralmada yavaşlama ve dipten dönüş sinyalleri gelmeye başladı. İstihdam verileri de ilkbahar verileri yayınlandığında muhtemelen bir miktar iyileşme gösterecektir. Bu eğilimin devamı için büyümenin önündeki engellerin kalkması gerekiyor. Yerel seçimler sonrası oluşan iç siyasi gündem ve jeopolitik risk algısının finansal piyasalarda yarattığı dalgalanma ve olumsuz fiyatlamanın geride kalması ve normalleşmenin gerçekleşmesi bu anlamda çok önemli olacak. Bir başka önemli nokta; ekonomideki durgunlukla artan sorunlu kredilerin bankacılık sektörüne zarar vermeden banka bilançolarından çıkarılması ve normal kredi akış mekanizmasına dönülmesi gerekiyor. Ekonomi yönetiminin nisan ayı başında ortaya koyduğu yapısal reform adımlarında kamu bankalarının nakit dışı özel tertip tahviller ile sermayelendirilmesi ve özellikle gayrimenkul ve enerji sektörlerine ait sorunlu kredilerin, oluşturulacak bir varlık yönetim şirketine devredilmesi gibi bir plan açıklandı. Genel olarak uluslararası örneklerine benzer olarak açıklanan bu planın başarılı bir şekilde uygulanması, büyüme önünde önemli bir engelin kaldırılması anlamına gelecektir.
 
“Yapısal reform planı gerek” 
Söz konusu engellerin kaldırılmasından sonra sürdürülebilir ve hızlı büyümeye geçiş için Türkiye ekonomisine yönelik kapsamlı bir yapısal reform planına ihtiyaç bulunuyor. Geçtiğimiz yıl eylül ayında açıklanan Yeni Ekonomi Programı’nın yapısal reform adımları geçtiğimiz nisan ayında açıklandı. İhracattan tarıma, vergiden hukuk alanlarına ilişkin makro bir çerçeve oluşturuldu. Söz konusu alanlara ilişkin mikro bazlı yapısal reform paketlerinin Mayıs-Aralık 2019 döneminde farklı aylarda açıklanacağı duyuruldu. Önümüzdeki dönemde bu mikro bazlı farklı başlıktaki paketlerin içeriği ve uygulama hızı, Türkiye ekonomisinin sürdürülebilir büyüme beklentisine ilişkin önemli bir belirleyen olacaktır. Özellikle ağustos ayında açıklanması beklenen ihracatta yüksek katma değerli ürünlerin toplam içerisinde payını artırmaya yönelik planın kredibilitesi çok büyük öneme sahip olacak. Türkiye ekonomisinde yüksek kur –yüksek enflasyon – yüksek faiz gibi bir kısır döngü, sürdürülebilir büyümenin önündeki en büyük engel gibi görünüyor. Sanayi üretiminde dışa bağımlılığı azaltan bir ithal ikamesi ile ihracatta güçlü sıçramayı gerçekleştirebilecek yüksek teknolojiye sahip ürünlerin toplam içindeki payını artırabilecek bir dönüşüm planı gerçekleştirilebilirse, yapısal reformların en önemli ayağını oluşturacaktır.

Diğer Haberler