Bir sanat materyali olarak denim

22-03-2020

Söyleşimize sizi tanıyarak başlamak isteriz. Deniz Sağdıç kimdir?
Tüm üyeleri zanaatkâr olan bir ailenin çocuğuyum; Mersin’de dünyaya geldim. Çocukken, zamanımın çoğunu ailemin ve akrabalarımın çeşitli alanlardaki atölyelerinde geçirdim. Okula yeni başladığım dönemlerde babama sipariş edilen vitrayların kimi parçalarını kendi başıma yapabiliyordum. Biraz daha büyüdüğümde yaz tatillerinde teyzemin terzi atölyesinde eski denim pantolonları kadın çantası olacak şekilde dikip, satarak harçlığımı kazanabiliyordum. Yetenek sınavıyla girdiğim resim bölümünden fakülte birincisi olarak mezun oldum. Mezuniyet başarım nedeniyle hocalarım üniversitede öğretim görevlisi olarak kalmamda ısrar etse de hayatımı sanatçı olarak sürdürmek istiyorsam ülkenin sanat başkenti olan İstanbul’da yaşamam gerektiğini fark etmiştim. Mezun olur olmaz her şeyi geride bırakarak İstanbul’a taşındım. Bir süre sonra alanımda yüksek lisansı da İstanbul’da tamamladım. Yaşamımı ve çalışmalarımı İstanbul’da sürdürüyorum.
Önceleri yağlı boya yapıyordunuz değil mi? Denim ile çalışma fikri nasıl çıktı ortaya?
İstanbul’da kendi atölyemi kurduktan sonra, sanat çevrelerinin geleneksel ebru sanatımıza oldukça benzettiği, formların akışkanlaşarak soyutlaştığı yağlı boya çalışmalarım iyiden iyiye kendine özgülük kazanmaya başlamıştı. İlerleyen süreçte herhangi bir nesnenin olduğu haliyle sergilendiği ve ‘kavramsal sanat’ olarak isim bulan sanat anlayışı tüm dünyada olduğu gibi ülkemiz sanat çevrelerinde de hayli popülerleşmeye başlamıştı. Kısa zamanda ‘kavramsal sanat’, sanatın en geçerli formu olarak sunulmaya, sanatta kavramın sadece ‘kavramsal sanat’ ile mümkün olabileceğine yönelik bir kanaat oluşturulmaya çalışıldı. İlginçtir bu tartışma, aynı şiddette olmasa da son dönemde herkesin haberdar olduğu ‘duvara yapıştırılan muz’ ile yeniden alevlendi. O dönem, kültür sanat dünyasında çokça tartışılan meseleye ben de ‘Ready-ReMade’ ismini verdiğim projeyle bir yaklaşım getirmeyi amaçlamıştım. Kavramsal sanatta, oldukları halleriyle sanat eseri olarak sunulan nesneleri otoriteler ‘ready-made’ diye isimlendirdiler. Dilimizde tam karşılığı bulunmasa da ‘hazır nesne’ olarak karşılık bulan bu kavramdan hareketle ben ‘Ready-ReMade’ yaklaşımını öne sürdüm. Bu yaklaşımda günlük hayatın bir parçası olan, ama kullanım değerini kaybederek atılmış, bir kenara bırakılmış nesneleri toplayıp, bu nesnelere yağlı boya gibi sanatın klasik teknikleriyle müdahale ederek ya da bir heykel gibi yontarak, düzenleyerek onları sanatın dünyasında yeniden var etmeyi amaçlıyordum. Bu yolla izleyiciye, sanatta kavramın sadece ‘kavramsal sanat’ ile kurulamayacağını, hatta mağara resimlerinden başlayarak, kavram olmadan sanatın da var olamayacağını anlatmak istiyordum. Böyle çalışmaların birinde kendi denim pantolonumu malzeme olarak kullanmaya çalıştığım sırada, denimin kendine özgü eşsiz özelliklerini keşfetmeye başladım. Bu eşsiz deneyimle birlikte başta denim olmak üzere tekstil ürünlerini ‘Ready-ReMade’ projemin güncel bir evresi olarak değerlendirmeye devam ediyorum.

Geri dönüşüm mü ileri dönüşüm mü?
Düğme, fermuar gibi malzemeleri de kullanıyorsunuz. Çalışmalarınız geri dönüşüme mi ileri dönüşüme mi giriyor?
Tekstil ürünleri sadece dokumadan ibaret değildir. Bir giysinin her bir parçası çalıştığım eserin bir öğesi haline gelebiliyor. Atık hale gelmiş parçaların, farklı öğelerle bir araya gelerek bir sanat eserinde yeniden hayat bulduğu çalışmalarım, yaklaşım olarak geri dönüşüm fikrine daha uygun. Hatalı üretim ya da kullanılmış, eskiyerek değerini yitirmiş giysileri kesip, biçmeden, oldukları halleriyle yeniden düzenleyerek oluşturduğum çalışmalarım ise ileri dönüşüm örneği olarak değerlendirilebilir.
Malzemeleri nasıl tedarik ediyorsunuz?
Denim ile gerçekleştirdiğim ilk çalışmalarımda kendi dolabımdaki giysileri kullandım. Kendi giysilerim tükendiğinde ikinci el giysi satan dükkânlardan satın almaya başladım. Elbette imkânlarımın sınırına ulaşmam uzun sürmedi. Diğer yandan her üretimde olduğu gibi tekstil üretiminde de atıklar ortaya çıkıyor veya hatalı üretimler gerçekleşiyor olmalıydı. O noktadan sonra üreticilerle, kimi kurum ve markalarla iletişime geçerek, ellerinde bulunan atık durumdaki ürün ve parçalara talip olduğumu ilettim. İlk zamanlarda bunlarla nasıl sanat yapacağımı tam olarak anlamamış olsalar da sağ olsunlar bana ürünlerini gönderdiler. Böylece projem hem çok önemli bir destek hem de geri ve ileri dönüşüm misyonu taşıyan bir boyut kazanmış oldu.
Bu kadar malzemeyi saklamak zor olmalı. Nasıl bir çalışma ortamınız var?
Benim için derin anlamları olan Üsküdar’daki atölyem, tekstil üreticilerinde görmeye alıştığımız alanlara göre çok küçük ama bir sanat atölyesi için yeterli alana sahip. Elbette çok fazla tekstil ürününe ihtiyacım oluyor. Eserlerin hazırlanma aşamasında atölyem yoğun bir tekstil atölyesinden farksız hale geliyor. Ama bir kumaş denizinin içinde renk renk, çeşit çeşit tekstilin arasında kaybolmaya, içlerinden adeta bana gülümseyeni bulup, çıkarıp eserde kendi yerini bulmasına izin vermeye bayılıyorum. Tekstilin, yağlı boya gibi sanatın klasik malzemelerinden farklı bir yanı da bu; onlarla dans edip oyunlar oynayabilirsiniz.
Dünyada sizden başka denim ile çalışan sanatçılar var mı?
Evet, maalesef bunu çirkin bir şekilde öğrendim. Denim çalışmalarımın yurt dışında da görünmeye başladığı ilk projelerden sonra kariyerine tasarımcı olarak başlamış, denim kumaşlarla görsel çalışmalar yapan bir İngiliz’in e-posta ve sosyal medya aracılığıyla saldırı ve tehditlerine maruz kaldım. Benim denime olan sanat yaklaşımımdan ve yaptıklarımdan çok farklı bir tekniği olsa da denimi tamamıyla kendine mülk edinmiş bu kişi uzun süre bana ve iş birliği yaptığım kurum ve markalara saldırdı, neticeler de aldı. Sorunun kökeninde, tahakkümcü Batılı yaklaşımı görebilirsiniz. Aslında sanatta bu yaklaşıma her zaman maruz kalıyorduk. Üzerinde binlerce yıldır yaşayan insanları görmezden gelerek Amerika’yı ‘keşfeden’ Batı, binlerce yıllık geleneğe uzanan Mısır Fayyum portrelerini, bu toprakların minyatürlerini, Ebru Sanatı’nı görmezden gelerek sanatı Rönesans’la başlatır. Denimi bir malzeme olarak mülk edinmek, “Da Vinci’den sonra kimse yağlı boya kullanmamalı” iddiası kadar komik ve çocukcadır. Öte yandan ben denimi dil, din, ırk ve ekonomik sınıf farkı gözetmeksizin kendiliğinden herkesin ortak değeri haline gelebilmiş, bu bakımdan çok nadide bir olgu olarak görüyorum. Bu nedenle denim başta olmak üzere tekstil ürünlerini yalnızca bir malzeme değil bir iletişim platformu olarak inşa etmeye çalışıyorum. Denimi kendime mülk edinmek şöyle dursun, ülkemizle sınırlamadan dünyanın farklı kentlerinde düzenlediğim workshoplarda insanlara aslında herkesin sanatçı olduğunu hatırlatmaya çalışıyor, sanat eserlerini kalabalıklarla birlikte yapıyorum.
Eski zamanlarda tekstil ile sanat ilişkisini, el emeği üzerinden tanımlamak mümkündü. Şimdi, pamuk kökenli ancak günün sonunda endüstriyel bir ürün olan denim ile bu tanımı çok genişlettiğinizi söyleyebiliriz. Tekstil ve sanat ilişkisini siz nasıl tanımlıyorsunuz?
Tekstil, insanlık tarihinde kültürü inşa eden temel unsurların başında geliyor. Endüstriyelleşme baş döndürücü bir hızla gelişiyor olsa da dokumanın temel prensipleri hâlâ binlerce yıl önceki tekniklere dayanıyor. Tüm bunlar göz önünde bulundurulduğunda, dönemlik moda ve trendlerden bağımsız olarak da tekstil ürünleri, insanın aslında ‘ne’ ve ‘kim’ olduğunu tanımlamaya devam ediyor. Ben çalışmalarımda, tekstilin biz insanlar için aslında ne anlama geldiğini, eserlerimi izleyenlerin zihninde ve yüreklerinde her an yeniden hatırlatmaya çabalıyorum.

“Eserlerimin yarattığı şaşkınlığa bayılıyorum”
Eserlerinize uzaktan bakanlar ya da fotoğrafını görenler, denimden yapıldığını anladığında ne tür tepkiler veriyor?
Eserlerime uzaktan bakanın yakına geldiğinde tekstil ürünlerinden yapıldığını anlamasıyla yaşadığı şaşkınlığa, ona dokunmak istemesine, hissetme ihtiyacına şahit olmaya bayılıyorum. Benim çalışmalarımda tam tersi durum da söz konusu, ilk anda çok yakınında olup, kumaş parçalarından başka bir şey göremeyip, uzaklaştığında ya da fotoğrafını çektiğinde bütünü görebilen insanların şaşkınlıkları görülmeye değer oluyor. Eminim her sanatçı eserlerinin izleyende böyle bir deneyime neden olmasını son derece arzuluyordur.
Denim gibi tüm gelir gruplarının kullandığı bir tekstil materyali ile çalışmanız bize sanat anlayışınız hakkında ne söylüyor?
Teknolojinin ulaşamadığı en kırsal coğrafyalardan, dünyanın başlıca metropollerinde yaşayan insana kadar herkes denimi yakından tanır ve kullanır. En ağır ve kirli şartlarda çalışırken giyilen aynı denim ürününü prestijli bir açılış gecesinde bir sinema oyuncusunun üzerinde görebilir ve bunu yadırgamazsınız. Bu özelliği, denimi dünyanın en evrensel ve demokratik simgesi haline getiriyor. Zaten bu konumu nedeniyle ben denimi yalnızca bir malzeme değil, insanlarla kurduğum bir iletişim platformu olarak görüyorum. Benim yaptığım gibi çeşitli etkinliklerde insanların eseri sadece izleyen değil de, yapan tarafında olmaya teşvik ettiğinizde sanatın gerçekten bir parçası oluyorlar. “Sanat herkes için” kulağa bir sloganmış gibi gelse de aslında gerçeğin, olması gerekenin kendisidir. İnsan, sanatın ta kendisidir.

“Atölyeleri çok önemli bir misyon olarak görüyorum”
Eserleriniz, markalarla iş birliği yapmanıza imkân sağlar nitelikte. Bu yönde ne tür çalışmalarınız oldu?
Farklı tekstil kurum ve markalarıyla çeşitli etkinliklerde eserlerimi sergiliyor, herkesin katılımına açık olan sanat eseri yapım atölyeleri düzenliyorum. Tekstil markalarının desteklediği panellere konuşmacı olarak katılıyor veya sunumlar gerçekleştiriyorum. Özellikle günümüz dünyasının en önde gelen sorunsalı olan doğaya dost ve koruyucu tutumlar için sürdürülebilirliği sağlamaya yönelik geri dönüşüm ve ileri dönüşüm fikirlerine sanat yoluyla ilham verebilmeyi çok önemli bir misyon olarak görüyorum.
Atölyelerinize katılanlar, denime yepyeni formlar ve kullanım amaçları kazandırdıklarında ne hissediyor?
Uzun süredir sanatın en temel problemi insana temas etmekte zorlanması. Çoğu kimse itiraf etmek istemese de insanlar sanattan çekiniyor; adeta korkuyor. Yanı başlarındaki onlarca sayfalık açıklama metinleriyle sunulan, anlaşılması zor sanat eserlerini sürekli toplumun sadece belli bir kesimine hitap edecek biçimde, heybetli ve steril duvarların ardında sergilediğinizde toplumun sanata temas etmesini beklemek hayalcilik oluyor. Bu nedenle asıl teması sanat olmayan etkinliklerde eserlerimi sergilemeyi, atölyeler düzenlemeyi sanat için son derece önemli bir misyon olarak görüyorum. Bir sanat eserine yakından bakmaya, onunla ilişki kurmaya hayatı boyunca hiç fırsat bulamamış birisinin, hiç ummadığı bir yerde sanat eseriyle karşılaştığını düşünün. Bu durum, o kişi üzerinde onlarca müzenin, yıllarca isteyip başaramadığı bir etkiye neden olacaktır. Sanat eserlerini bir müzede güvenlik şeritlerinin arkasında, cam korumaların ardında ona temas edemeden izleyen birisinin benim atölye çalışmalarımda sanat eserine dolaysız temas etmesi, hatta üreterek onun bir parçası olabildiğinde yaşadığı heyecan ve mutluluğu tahmin edebilirsiniz. Sanata bu şekilde yeni mecralar kazandırmak, insanlarla birlikte üretmek beni de son derece mutlu ediyor.

Göbeklitepe’nin anlattıkları
Türkiye gibi dokuma ve kumaş geçmişi zengin bir ülkede tekstil ürünlerinin sanata daha çok kazandırılması için neler yapılabilir?
Tasarımın temeli sanattır. Dokuma tekniğini kumaşa, kumaşı da bir giysiye dönüştüren de tasarımdır. Son yıllarda üzerinde çokça söz söylenen ama özüne çok sık temas edilemeyen markalaşma meselesi ülkemiz tekstili için kritik önemde. Ülkemiz tekstil sektörü her geçen gün uluslararası basamakları yukarı doğru tırmanmaya devam ediyor. Ama topraklarında pamuk bile yetişmeyen, tarihlerinde dokuma tekniklerinin önemli iş kolu olarak bile görülmediği kimi ülkeler günümüzde dünya tekstilinin önemli aktörlüğünü üstleniyor. Benim uluslararası projelerimde çalışmalarımı gören yabancılar ilk anda benim İtalyan ya da Fransız olduğumu düşünüyor. Bu kanı, özünde bir takdir göstergesi olsa da ülkemiz sanat ve tasarımı için düşündürücü kanaatler barındırıyor. Tekstilin özünde sanat ve tasarımın oluşu sadece kumaşa desen vermek, giysiyi biçimlendirmekten ibaret düşünülmemeli. Tarladaki pamuğun giysi haline gelerek mağazada satışa sunumuna kadar geçen tüm süreçlerin bir sanatçı titizliğinde kurgulanması da tasarım meselesine dahildir. “Sanat; insanoğlunun tarımı keşfederek yerleşik hayata geçmesiyle yeşermeye başladı” şeklindeki, yüzlerce yıldır süregelen ‘bilimsel’ açıklama Göbeklitepe’nin keşfiyle bir anda ters yüz oldu. Demek ki sanat ve tasarım, ihtiyaçlar sonucu ortaya çıkan bir olgu değil, bizleri insan haline getiren temel bir eylem. Medeniyet tarihinde bitkinin, yünün ilk eğirildiği, dokuma tekniğinin ilk geliştirildiği topraklarda yaşayan bizlerin yine kendi coğrafyamızdaki Göbeklitepe’den feyz alarak tekstilde sanat ve tasarım konusunda sesinin çok daha gür çıkması gerektiğine inanıyorum.


Diğer Haberler