2020 Sınava hazır mıyız?
Prof. Dr. Ümit Özlale Özyeğin Üniversitesi İşletme Fakültesi Ekonomi Bölümü Başkanı
Döviz ve kur aynı anda nereye kadar baskılanır? İhracata dayalı büyüme modeli işe yarar mı? Genç işsizlikle nasıl mücadele edilmeli? Prof. Dr. Ümit Özlale, Dünyadaki ve Türkiye’deki gelişmelerin ışığında 2020’nin ekonomik görünümünü yorumladı.
Bizi 2020’de ne beklediğini kestirebilmek için son 10 yılın gelişmelerine bakmak gerekiyor. Siyasi gelişmelerle başlayalım. Küreselleşme sürecinin, gelişmiş ülkelerin özellikle düşük ve orta gelirli kesiminde yol açtığı işsiz kalma korkusu ve azalan satın alma gücü, etkisini sırasıyla ABD seçimlerinde, Brexit sürecinde ve Avrupa Birliği’nde (AB) aşırı sağ siyasetin yükselmesinde fazlasıyla gösterdi. Son İngiltere seçimleri bir kez daha, bildiğimiz anlamda küreselleşmenin sonuna geldiğimizi hatırlattı. İngiltere seçmeni, AB’den çıkma ve dolayısıyla küreselleşme konusunda net bir tavır sergileyemeyen, arkaik politikalara bel bağlayan İşçi Partisi’ni cezalandırırken, tek net söylemi AB’den çıkmak olan Boris Johnson’u ödüllendirdi. Son dönemde, gelişmiş ve gelişmekte olan ülkelerde yapılan seçimlerin verdiği çok net mesajlar var: Bunların ilki, korumacı politikaların devam etmesi yönünde net bir istek olduğu. İkincisi, sol siyasetin artan ekonomik tehditlere yeni çözümler öneremediği sürece, tarihsel süreç boyunca oy aldığı seçmen kitlesini aşırı sağ partilere kaybetme riski. Peki bu siyasi gelişmeler dünya ekonomisini nasıl etkiler? Emin olduğumuz ilk şey, küresel dış ticaret hacminin gelişmekte olan ülkelere yardım etmeyeceği, 2020 ve sonrasında ihracata dayalı bir büyüme modelini uygulamaya koymanın daha da zor olacağıdır.
Düşük faiz ne getirir?
Finans piyasalarındaki gelişmelerle devam edelim. 2020 yılında bize yardımcı olacak küresel faktörlerden belki de en önemlisi, faizlerin düşük kalmasının beklenmesi. Ben bu gelişmeyi dünya ekonomisi için orta ve uzun dönemde sağlıklı bulmasam da kısa vadede ciddi döviz borcu olan özel sektörümüz için önemli bir fırsat olduğunu düşünüyorum. Küresel ölçekte azalmayan sorunları çözmek için zaten düşük olan faizleri daha da baskılamak, gelecek için önemli riskler taşıyor. Yine de küresel ölçekte faizlerin bu kadar düşük seyrettiği bir dönem, Türkiye’deki özel sektörün etkin bir borç yapılandırmasına gitmesi için belki de son fırsat. O yüzden ben 2020 yılını, şirketlerimizin finansman giderleri tarafında bilanço tamirine devam etmesi için önemli olanaklar sunacağı bir yıl olarak görüyorum.
Türkiye’deki finans piyasalarına gelince, 2020 yılının başından itibaren döviz kuru ve faizlerin aynı anda baskılandığı dönemin biteceğini bekliyorum. Bununla ilgili birkaç önemli ipucu var elimizde. Enflasyon, 2020 boyunca yüzde 10’un altına düşmeyecek gibi duruyor. Hatta mart ayına kadar enflasyonda bir yükselme de bizi şaşırtmayacak. TCMB’nin son olarak bir haftalık repo faizini yüzde 12’ye indirmesini dikkate alacak olursak, faiz indirimlerinin sonuna geldiğimizi söyleyebiliriz. TCMB’nin net rezervlerinin kalitesinin bozulması (swap işlemleri ile net rezerv birikimini ‘kalite bozulması’ olarak yorumluyorum), TL faizlerinin cazip olmaması ve ülkenin çok da düşmeyen risk primi dövizde aşağı yönlü bir hareketin beklenmemesi gerektiğini söylüyor. O yüzden 2020 yılında faiz ve kurun yönünün aşağıya doğru olmayacağını söylemek gerekir. Burada tabii ki önemli olan nokta, düşük faiz döneminde kredi büyüme hızının ekonomiye destek verecek bir seviyede gerçekleşip gerçekleşmeyeceği. Türkiye’de yeni açılan kredilerle iktisadi büyüme arasındaki korelasyonun yüzde 75 civarında olduğu düşünüldüğünde, öncelikli politikalardan birinin kredi büyümesini destekleyici adımların atılması olduğunu anlayabiliyoruz. 2019’un son döneminde tüketici kredilerindeki hissedilir artışın, hane halkının ertelenmiş tüketimini cazip faiz ve kampanyalar yardımıyla gerçekleştirmek istemesinden kaynaklandığını söyleyebiliriz. Ne var ki şirketler kesimindeki kredi artış hızı istenen düzeyde değil ve şirketlerin yatırım yapmak için kredi talepleri zayıf seyrediyor.
Kamu maliyesinde durum
Finans piyasaları tarafında 2020’de biraz daha dikkatli seyredeceğimiz alanlardan biri de kamu maliyesi. Bir süredir bütçe dengesindeki bozulma, şeffaflığın azalıp keyfi uygulamaların artması, Türkiye’nin mali alandaki en önemli kozlarından biri olan bütçe disiplinine ciddi bir hasar vermiş durumda. “Keyfi” diyeceğimiz uygulamalarla nakit ve bütçe açığının kapatılma yoluna gidilmesinin orta ve uzun dönemde itibar zedelenmesine yol açtığını görebiliyoruz. 2020 yılında bütçenin harcama tarafında önemli bir tasarrufa gidilmeden gelir politikaları ile bütçe disiplininin sağlanmaya çalışılacağını öngörüyorum. Umarım yanılırım. Yükseltilen vergi oranları ve geçtiğimiz dönemde TCMB’nin yedek akçesinin aktarılması gibi “keyfi” diyeceğimiz uygulamaların devam edeceğini düşünenlerdenim. Bu anlayışın ülke risk primine yardımcı olmayacağı açık. Konu kamu maliyesi ve kaynak dağılımından açılmışken, ekonomideki dönüşüme katkı vermesi için kurulan Türkiye Varlık Fonu’nun atacağı adımların bu dönemde daha yakından izleneceğini düşünüyorum. Bu çerçevede, 2019 yılının son çeyreğinde İstanbul Finans Merkezi’ndeki bazı arsaların inşaat şirketlerinden satın alınması gibi faaliyetlerin tekrarlanmamasını umut ediyorum.
Genç işsizlik sorunu nasıl çözülür?
2020 yılında bizi en çok sıkıntıya sokacak konunun istihdam tarafında olacağını görmek zor değil. Türkiye’de işsizlik iki sebepten ötürü başımızı ağrıtacak gibi. Bu sebeplerden ilki, içinde bulunduğumuz düşük büyüme döneminin alttan gelen güçlü bir genç nüfusun iş gücüne katılacak olmasıyla aynı döneme denk gelmesi. Mevcut durumda genç işsizlik yüzde 27 civarında ve 24-34 yaş arasında üniversite mezunu olan işsiz sayısı bir milyona yaklaşmış durumda. Bu düşük büyüme döneminde şirketlerin istihdam sağlama kabiliyeti de düştüğünden, alttan gelecek genç nüfusun işsizliği daha da artıracağını söyleyebiliriz. İşsizliğin artacak olmasının ikinci sebebi ise bu yazının sonuna sakladığım ama 2020 ve sonrasında bütün iktisadi dengeleri değiştirecek olan yeni sanayi devrimi. Öngörülenden de hızlı bir dönüşüm yaşıyoruz. Emek yoğun üretim yapıları neredeyse her sektörde yerini sermaye yoğun üretim yapılarına bırakıyor. Yapay zekâ, makine öğrenmesi gibi alanlarda görülen gelişmeler mavi yakalı iş gücünden daha çok beyaz yakalı iş gücünü tehdit eder bir nitelikte. Türkiye’nin bu dönüşümün gerisinde kalma gibi bir lüksü yok. Bu dönüşümü sağlayan ve bir sonraki döneme rekabetçi bir yapıyla girecek şirketlerin daha az iş gücü talep edeceklerini de kestirebiliyoruz. Üstelik beyaz yakalı iş gücünden beklenen nitelikleri Türkiye’deki yüksek öğrenim kurumlarının mevcut durumda sağlayamadığı da aşikâr. Önlem alınmazsa, iktisadi idari bilimler ve hukuk fakülteleri başta olmak üzere birçok üniversite mezununun artan bir işsizlik tehdidiyle karşılaşacağı açık. 2020’den en büyük beklentim Türkiye’nin yeni bir yüksek öğrenim yapısını tasarlayarak önümüzdeki dönemin ön plana çıkacak kabiliyetlerini öğrencilere kazandıracak bir ‘beceri’ politikasını geliştirmesidir. Dünya Ekonomi Forumu’nun 2018 yılında çıkardığı ‘Readiness for the Future of Production’ raporuna göre Türkiye’nin önümüzdeki dönemin üretim yapısına adaptasyonda en fazla sıkıntısını çektiği konu beşeri sermaye birikimidir. Türkiye mevcut beşeri altyapısı ile dünyada 72’nci ülke konumundadır.
2020 mücadele talep ediyor
Üstteki tabloda da görüleceğe üzere, Türkiye yeni dönemin gerekliliklerini yerine getirmek için önceliği beşeri sermayeyi dönüştürüp geliştirecek politikalara vermelidir. Ekonominin bir yandan daha rekabetçi bir yapıya kavuşup, diğer yandan da yeni ve insana yakışan istihdamı sağlayarak işsizliği azaltmasının kesişim noktası eğitim ve beceri politikalarını revize etmektir.
Özetle, Türkiye’nin de içinde bulunduğu gelişmekte olan ülkeler için zor bir döneme giriyoruz. Bu zorluğu küresel dış ticaret hacminin ve ihracat pazarlarının geçici olarak daralacağı bir dönemden ibaret olarak görmemek lazım. Yapısal bir dönüşümün hem sanayi hem de dış ticaret politikalarını zorlayacağı daha uzun süreli bir dönemden bahsediyorum. Sadece korumacı politikaların hız kazanacak olması ihracatı zorlaştırmayacak. Daha önemli etki, ABD ve AB ülkelerinin bir zamanlar çıktığı sanayi kollarına yeniden ve daha yüksek teknolojili üretim yapılarıyla girmelerinden kaynaklanacak. Gelişmekte olan ülkelerin iş gücü maliyetlerini ve üretim koşullarını kullanarak sağladığı avantajların hızla yitirildiği bu dönemin gerektirdiği dış ticaret ve sanayi politikaları, küreselleşme döneminde geçerli olan ve Asya kaplanlarını ortaya çıkaran politikalardan çok daha farklı olmak zorunda. 2020 yılı Türkiye için bu yeni politikaları tasarlayıp hayata geçirme konusunda çok önemli bir sınav niteliğinde olacak. Sınava hazır mıyız?